SARIYER, BOGAZİÇİ VE MARMARA DENİZİNDE
KILIÇ BALIĞI AVCILIĞI
Yazan: İbrahim BALCI
Üç tarafı denizle çevrili ülkemizde balık avcılığı hangi boyuttadır? Bunun henüz kesin bir tespiti yapılmadığı bilinmektedir. Değişik türde balıklara sahip olan denizlerimizdeki balık rezervi ne kadardır? Bu da bilinmemektedir. Oysa gelişmiş ülkelerde; örneğin Norveç, İsveç, Japonya gibi ülkeler deniz ve balık envanterini çıkarmış, buna göre hesaplarını yapmış ve balıkçıların ne kadar avlanacağını kotaya bağlamışlardır. Buna göre balıkçıların istedikleri kadar avlanmaları yasaktır ve yasağa uymalarının erdem olduğunu da bilirler.
Ülkemizde balıkçılık hoyratça yapılmaktadır. Hangi mevsimde, hangi ayda olursa olsun, o mevsim, o ay veya günde, hangi tür balık varsa avlanma yoluna gidilir. Amaç; balığı, balıkçılığı korumak ve geliştirmek değil, geçimi sağlamaktadır. Balıkçılar çok balık avlanmayı, rahat geçinme ve çok kazanç elde etmek olarak kabul eder. Çok balık; çok para ve yine denize yatırım yaparak daha güçlü takım yaratma, daha elverişli ve modern cihazlara sahip olmak demektir. Balıkçılarımız bunu bilir bunu yaparlar.
Uzun yıllardan beri bazı balık türleri karasularımızdan kaybolup gitti. Arada bulasın? Nerde ve ne zaman kaybolan nadide balıklar kendilerini gösterecekler? Düşünceler, tahminler ve bitmeyen beklentiler!
Daha çok bekleriz ve daha çok düşünürüz! Kaybolan balık türleri ne beklemekle gelir ve ne de düşünmekle elde edilir! Giden gitmiştir, kaybolan kaybolmuştur! Boğazın ve Marmara Denizinin nadide balığı kılıç artık yoktur. Önce Boğaziçi’ni, sonra Marmara Denizini terk etti. Ege Denizini kendisine mesken tutan bu nadide balık halen Akdeniz’de seyrediyor! Ama eskisi kadar bol değil!
Nefis lezzeti ile uskumru 1970’li yıllardan beri ortalarda görülmüyor! Ne oldu? Nasıl kaçtı? Nereye gitti? Orkinos neden Marmara Denizinden ve geçiş yolu olan Boğazlara uğramaz oldu? Büyükdere koyu, Sarıyer ve Kireçburnu önlerinde avlanan Istakozlar neden ortalıkta görünmüyor elli yıldan beri? Kökü mü kurudu? Ne oldu? Sardalye neden Boğaziçi’ne kadar gelmiyor artık?
Bütün bunlar kayıp olanlar balıklar! Eski yıllara oranla torik, palamut, çinekop, sarıkanat ,lüfer ve kofana da sırra kadem bastı! Lüferin azmanı akya da görünmeyenlerden oldu! Arada bulasın! Hamsi bile boğaza girmiyor artık!
Eylül ayı, bir dediği zaman balık sezonu açılır. Dualarla tekneler yolcu edilir balık avcılığına! Bütün beklenti bolca palamut, lüfer ve torik tutmaktır. Yeteri kadar av vermezse tabiat ana o zaman balıkçıların yüzü gülmez, aşı pişmez, tayfası durmaz kayıklarda, çeker giderler! Her ne kadar yeni yöntem tayfayı tutmak için maaş veriliyorsa da balıkçı Reisi için önemli olan maaş vermek değil pay vermektir. Bu yüzden reis balık avının bol olmasını ister. Karadeniz’de ve Boğaziçi’nde palamut, torik ve lüfercilik yeteri kadar olmazsa, o mevsim balıkçılık olmadığı kabul edilir.
Balıkçılık denildiğinde çok geniş bir ailenin içine girilir. Bugün sadece balıkçılığın bir kolundan bahsedeceğim. KILIÇCILIK!
Kılıç balıkçılığı artık yapılmıyor! Kılıççılar da artık yok! Kılıç balıkçılığında kullanılan malzemeler mağazalarda bir kenarda istiflenmiş ya da bir köşeye atılmış, oradan yok olacağı zamanı beklemektedir. Eski reisler malzemelerine kıyamaz, gelinlerin çeyiz saklaması gibi bir kenarda tutar ve saklar! Ama yeni reislerin bu malzemelerle işi olmaz, ne işe yaradıklarını duymuşlardır ama nasıl kullanıldıklarını öğrenmek bile istemezler! Yeni malzeme ve cihazlar için yer aradıklarında “yahu ne işe yarar bunlar, bunların zamanı geçti” der ve göz önünden kaldırıp atarlarsa, büyüklerinin eskiye özlemi daha da artar. Çünkü günümüz reisleri ve bugünkü balıkçılar o basit malzeme ve aletlerin ne kadar önemli olduğunu kavramakta zorluk çeker…
Kılıç balığı avcılığı ağ ve zıpkınla yapılır. Ağla yapılanı iki türlüdür. Gırgır ve akışla (uzatma).Gırgırla yapılan balıkçılıkta, reis balığı gördüğünde, uzaktan balığın etrafında firdola dönerek ağı döker ve iki kayık (alamana) baş başa geldiğinde ağ çekilerek balık avcılığı tamamlanırdı. Ağ içinde balık kalmışsa kayıklara alınır ve satışa gönderilirdi. Gırgırla yapılan avcılık yetmiş yıl kadar önce terk edildi ve sadece hatıralarda kaldı! O günleri yaşanların sayısı parmakla sayılacak kadar az!
Kılıççılıkta ağ balıkçılığı terk edilip zıpkınla avcılık başladı. Zıpkınla kılıç avcılığı Poyrazlıların icadıdır. Önce Poyrazköylü balıkçılar bu işe başlamış ve devam ettirmişlerdir. Poyrazlıları Marmara Adasının balıkçı köylü olan Çınarlı köylüler takıp ettiler. Sonra diğer yerlerin balıkçıları…
Zıpkınla kılıç balıkçılığı baltabaş teknelerle yapılırdı. Zaman zaman takalar da kullanılmasına rağmen, en uygun olanı baltabaş teknelerdi. Teknelerin baş tarafından ileriye doğru 4-5 metrelik bir kalas uzatılarak dip taraftan tekneye iyice bağlanır ve sağlamlaştırılır. İşin ehli olan zıpkıncı kalasın en ucuna gider oturur ve avını bekler. Teknede en fazla dört kişi bulunur. Biri dümeni kullanır ve tekneye kumanda eder, biri yardımcı olarak kalır, biri dürbünle balık gözler, diğeri de zıpkıncıdır, kalasın uçunda oturur ve zıpkını kullanacağı bekler.
Kılıççılıkta fazla bir malzeme ve alet yoktur. Baltabaş veya bir başka tekne, gürgen ağacından 4-5 metrelik üç beş zıpkın değneği, birkaç zıpkın, 100 – 150 metre 5 mm lik ip, bir kepçe, bir kakıç malzeme olarak kılıç avcılığında yeterlidir.
Kılıççılık nisan ayının ilk haftasında başlar haziranın sonuna kadar devam eder. Kılıççılıkta denizin rüzgârsız, durgun ve dalgasız olması gerekir. Rüzgârlı ve dalgalı havalarda kılıççılık yapılmaz. Boğaziçi’nde ağla, Marmara Denizinde ise zıpkınla kılıç avlanır.
Zıpkıncı kalasın ucuna oturur ve bekler. Devamlı ayakta duran dürbüncü de balık arar! Dürbünle bir mile yakın mesafeden balığı görür ve dümenciye işaret eder. Dümenci tekneyi o tarafa yöneltir. Zıpkıncı da zıpkını, zıpkın sırığına iyice yerleştirip elinde bekler. Tekne balığa yaklaştıkça zıpkıncı balığı görür. Kılıç balığının yelesi (kanatları) durgun suda su yüzüne çıkar ve balık denizi yara yara gider. Atış menziline gelindiğinde zıpkıncı balığa zıpkını atar. İsabet ettirdiğinde balık canı yandığı için olanca gücü ile kaçmaya, derinlere gitmeye başlar. Zıpkından kendisini kurtaramaz. Zira zıpkının uç kısmının yan taraflarında gizli kulakları vardır, kurtulmak istediğinde onlar açılır ve balığın hareketini önler. Yardımcı elindeki ipi bırakır, balık kendi başına bir süre gider sonra durur. Balık sakinleştikten sonra ip çekilir ve balık teknenin içine alınır. Tabii bir balıkla yetinilmez, avcılığa devam edilir. Bir günde 15 ile 30 arasında balık avlandığı olur!
Boğaziçi’nde kılıç balığı genellikle 3 ile 150 kilo arasında olur. Seyrekte olsa 200 kilonun üzerinde olanlara de rastlanır. Daha büyükler ise Ege ve Akdeniz’de görülür.
Kılıç balığı göç balığıdır. Havyarını dökmek üzere Marmara Denizinden Karadeniz’e çıkar, göç eder (Anavasya), havyarını döker ve geri dönerek (Kavavasya) tekrar Marmara denizine gider. Havyar balık olur ve dönüşe geçer. İşte Boğaziçi’nde kılıç balıkçılığı böyle başlar. Havyar döken balık avlandığı gibi, yavru kılıçlar da avlanır. Balığın göçten dönüşü ekimde başlar kasım ayı sonuna kadar devam eder. Nisan-haziran aylarında kılıççılık rahatlıkla yapılırken ekim-kasım aylarında yapılması zor hatta imkânsızdır. Çünkü deniz dalgalı ve rüzgârlı olur, bu durum avcılığa elverişli değildir.
Günümüzde kılıç balığı yok! Bulana aşk olsun! Bulunsa da pahadan yanına yaklaşılamaz. Neden kılıç balığı kayıplara karıştı? Bu konu üzerine akıl yoranlar bulunmalıdır. Araştırılmalı ve bir çıkar yol, bir yöntem bulunmalı, balığın Karadeniz ve Marmara denizinde tekrar üretilmesi yoluna gidilmelidir.
Kılıççılık ya da kılıç balığı avcılığından bahsedildiği anda akla Poyrazköy ve Poyrazköylü balıkçılar gelir. Kılıç balığı avcılığı Poyrazköylülerin ana işidir. Kılıç avcılığı ağ ve zıpkınla yapılır. Ağla yapılan avcılıkta gırgırcılık çoktan terk edildi. Ağla akış yapılmak suretiyle yapılan kılıç avcılığı da uzun bir zamandan beri yapılmıyor. Kılıç balığı avcılığında Poyrazköylülerin üzerine yoktur. “Olmasına da imkân yoktur” derler. Araştırmalarımızda gördüm ki kim söylemişse doğrusunu söylemiştir. Çünkü “Hayır” diyene rastlamadım.
Poyrazköylüler elbette ki sadece kılıç balığı avcılığı yapmıyorlardı. Torik, palamut, lüfer, uskumru, hamsi, istavrit hangi balık varsa o balığın etrafında dolanıp durur avlanırlar. Ama Poyrazköylüler için olmazsa olmazları Kılıççılıktı! Kılıççılığın da zıpkınla yapılanı! Zıpkın avcılığında üzerine yoktu poyrazlıların! Namlı zıpkıncıların piri de Torlak Mustafa Reis’ti. Yokluk zamanında her tür balık avına koşan Mustafa Reis sadece kendisini yetiştirmekle kalmadı, çocuklarını da yetiştirdi. Torlak Niyazi, Torlak Nuri, Torlak Mehmet zıpkınla balık avlayan ve kılıç balığını gördüğünde affetmeyen usta zıpkıncılardı. Bir günde 25, 30 kılıç balığını zıpkınla avlayan Torlak Nuri Reis hala o günleri hatırlayarak gün geçiriyor. Poyrazlı İsmail (Aktaş) yüz yaşa merdiven dayamış ama hala zıpkınla kılıç balığı avladığı günlerin hasretini çekmekte “Ah o günler geri gelmez ki” demekten kendini geri alamamaktadır. Ali Rıza Toker’i de yabana atmamak gerekir. Aklını her zaman öne çıkararak, “telaş benimle eş olamaz” diyerek sanatı yapan ve ustalaşanlardandır. Balığa zıpkını attığında gövdesine değil kafasına atarak gövdesinin delinip zedelenmemesine dikkat edecek kadar ustaca davranan ve bugün hala şöhretini devam ettiren bir büyük usta zıpkıncıydı. Elbettei Zamkinoz Şerafettin de unutulamaz. O da bu sanatın ustalarından biri olarak adım adım şöhret basamaklarını tırmandı. Gaco’nun İsmail (Toker), Türk Osman’ın Yaşar (Özer), İshak Türkmen, Muammer Türkmen, Dursun Ali Bakırcı, Rüştü Kan, Hüseyin Kasarcı, Şekerin Mustafa, Kalafat İsmail, Kalafat Fazlı ve Fazlıoğlu İsmail’de zıpkıncıların usta isimlerindendi.
Poyrazköy dışında zıpkıncı aranacak olsa bulunması zordur. Olsa da parmakla sayılacak kadar az! Sarıyer Merkez’de en önemli zıpkıncı Zangar’ın Ömer (Akın) dır. Balığı gördüğünde affetmeyenlerdendir. Sasırdım Bahri (Menekşe) motor sahibi değildi ama zıpkını Sürmene bıçağı gibi kullanan bir genç usta idi. İş hayatına dışarıda devam etmeseydi belki de çok iyi bir zıpkıncı olarak şöhret bulacaktı. Madenli Rasimoğlu Mustafa ile kardeşi Rasimoğlu Fahrettin de zıpkını çok iyi kullananlardandı.
Söyleşi yaptığımız Torlak Nuri Reis’ten öğrendiğimize göre; Marmara Denizinden Ege ve Akdeniz’e önemli sardalye göçü oldu. Kılıç balığı bu göçü yani sardalye balığını takip ederek peşinden gitti ve bir daha dönüşü olmadı. Oldu ise de çok az oldu ve üremesi de ortadan kalktı. Zira Kılıç balığı sardalyenin bol olduğu yerlerde olur ve sardalye ile beslenir. Boğaziçi’nde sardalye olmadığı biliniyor. O zaman göç eden ve uzun zamandır ortalardan kaybolan kılıç balığını da görmek mümkün olmuyor. Tezgâhlarda görülen ve hayli pahalı satılan kılıç balığı yerel balık değildir. Ege ya da Akdeniz’den gelen balıktır. Bu balıklar Boğaziçi ve Marmara Denizinde tutulan balığın lezzetini de vermez! Çünkü Ege ve Akdeniz’in suyu çok tuzludur.
Kılıç balığı avcılığı aynı zamanda ağla da yapılıyordu. Ağla kılıç balığı avcılığı 1960’lı yılların sonuna kadar devam etti. Ağ ile yapılan kılıç balığı avcılığı da Nisan ayında başlar, Eylül-Ekim ayı sonuna kadar, müsait havalarda yapılır. Kılıç ağı çok açıkgözlü, 25 metre boyunda ve beş metre genişliğindedir. En fazla 4 ya da 5 ağ birbirine bağlanır ve 100 veya 125 metrelik ağ yapılır. Ağlar kayığın kıç üstüne (kayığın kıç güvertesine) istif edilir ve akış yerinde denize bırakılır. Ağın bir ucu uzun bir iple kayıktaki balıkçıda bulunur.
Boğaziçi’nde akış yerleri bellidir. Poyraz ile Garipçe arası ve kanal dikkate alınarak ağ denize atılır. Kanalın akıntısı ile ağ Boğaziçi’ne doğru akar. Kayık takip eder. Bu akış sırasında geçen kılıç balıkları ağa saplandığında, kurtulmak için çırpınır, çırpındıkça ağa sarılır. Kayıkçı da balığın üzerine gider ve ağı çekerek balığı kayığa alır. Bu gibi avlanmadan iki üç balık alındığı olduğu gibi, sabaha kadar devam eden iki üç akışta bir balık alındığı da olur, hiç balık avlanılmadığı da olur. Poyraz-Garipçe arasındaki akış Anadolu Kavağı ile Rumeli Kavağı açığında son bulur.
Anadolukavak ile Pazarbaşı arasında şamandıralar vardı. Tespih gibi yan yana dizilirlerdi. Savaş zamanında iki yaka birleştirilerek boğaz geçişe kapatılırdı. Şamandıraların altından dibe doğru sarkan 8-10 metrelik çelik ağlar, savaş anında düşman denizaltılarının geçişini önlemek içindi. Yani lüzumlu ve gerekliydi. Şamandıralar böyle olunca akış şamandıralara gelmeden sona ererdi. Bu durum bir yerde Poyrazlılara daha ileri gitmeyin demek gibi bir şeydi. Sonraki akış yani diğer akış yeri ise şamandıralar geçildikten sonraki akış yeri olan Pazarbaşı ile Macar mevkii açıklarında ve yine kanaldan başlar Kireçburnu bazen de Tarabya önlerine kadar gelir.
Ağla kılıç balıkçılığı da kolay değildir. Zor olanı sabaha kadar denizde beklemek, akış üzerinde durmaktır. Ağla yapılan kılıç avcılığında kayıktakiler kendilerine yeni dünyalar kurar, kurdukları dünyada yaşarlar. Alışkan olanlar yani akşamcılar, zulaya attıkları içkisini; çerez, zeytin veya peynirini oturağın bir kenarına koyar ve tek tek atarak kafasını bulur, kendi hayatını yaşarlar!
Ağ balıkçılığında en ters şey, geçen gemilerin sorumsuzluğudur. Denizde bir başka işle meşgul olup olmadığına dikkat etmezler. Oysa denizde ağını atan, akışta olan kılıççılar vardır. Geminin veya herhangi bir büyük teknenin ağların üzerinden geçmesi demek o balıkçıyı perişan etmek demektir, zira tüm sermayesi bir küçük kayık ve üç beş ağdır. Geminin uskuru ağı birbirine dolar ve parçalar çekip gider. Gemilerin dikkatini çekmek için; kayıktakiler tayfa ya da kayık sahibi geminin üzerlerine doğru geldiğini görünce ve yaklaştığında bağırır; “Ağğğğğğ var ağğğğğğğğğ”! Bu bağrışı tekrarlar dururlar.
Balık avlayanlar balığını Sarıyer’de Taşiskele’ye getirir ve mezatçı memurun pazarlaması üzerine satarak parasını alır. Fazla balık varsa, daha iyi fiyat bulmak için sabahın erken saatinde balıkhaneye gönderilerek satış yapılır. Satıştan elde edilecek para, iki kişilik kayıkta dörde bölünür. Bir pay kayık payı, bir pay ağ payı, bir pay ağ sahibinin, bir payda tayfanın olur.
Poyraz köy, Sarıyer Merkez, Sarıyer Maden, Kireçburnu ve Anadoluhisarlı balıkçılar ağla kılıç balığı avcılığı yaparlar.
Ağla kılıç balığı avcılığı yapanlardan Sarıyerli balıkçılardan; Ali Çavuş (Menekşe) ile ağabeyi Ömer Dayı (Menekşe) unutulmaz ustalardandı. Balığa çıktıklarında ve ağı denize attıklarında sanki balıklar bu ikiliyi mahcup etmemek için ağlarına takılmayı marifet sayar gibi dolanıp dururlardı ağın etrafında ve kendilerini teslim ederlerdi bu ikiliye! Ali Rıza Büyükdurmuş, İbrahim Keleş’le giderdi balığa. Yıllarca birlikte oldu bu ikili. Boğaziçi’nin en büyük balığını tutmanın keyfini sürdüler yıllarca. 250 kiloluk dev kılıç balığını sabuncu iskelesine getirdiklerinde, göze ve nazara gelmemek için ellerini apış aralarına getirmekten geri kalmadılar. Kel Hakkı deyip geçmemek gerekir. Madenli bu eski kurt balıkçı da kılıç ağcılarının ustalarındadır. Yakaladığı 215 kiloluk balığı dostum diyerek sevgili gibi kucaklayıp, rıhtıma yatıran balık adamıdır. Dondurmacı Hüseyin, Hacıoğlu Maksut Reis (Ketenci), Madenli Şeref Reis, Madenli Kanlı Rıza, Madenli Hakkı Reis kılıç ağı ile balık avlamanın ne kadar zevkli bir iş olduğunu, saçları ağarana, ayakları zorlanana kadar yaptıklarından anlaşılır. Balıkçıların en kibarı Varyemez Mehmet de ayrı bir kılıççıdır. Kılıç ağını attığında sabır taşı olur ve akış bitene kadar tek kelime etmeden beklemeyi bilen biriydi. Yardımcısı Demir Baytar ile 135 kiloluk kılıç balığını sandalın içine aldıklarında keyiflerine diyecek yoktu! Hacı Ömer ile Ağabeyi Yusuf Ağa (Uzger) da zaman zaman kılıç ağı atanlardandı. Yaban Turubu Salih de yabana atılmayan kılıççıdır. Mezeci Saim ile Fahrettin ve Dibek Recep ekibi de ağ ile kılıçbalığı avcılığı yapan Sarıyerlilerden bir kaçıdır. Poyrazköy’den; Torlak Nuri, Tahir Bakırcı, Bilal Bakırcı, Hakkı Suer, Şekerin Nuri ve Şaban Şenol’da ağla kılıç balığı avcılığı yapan usta balıkçılardır.
Günümüzde kılıç balıkçılığı diye bir balıkçılık yok! Yani balıkçı ağzıyla kılıççılık yapılmıyor artık! Nedeni de kılıç balığının kendisini kaybettirmesi ve meydana çıkmaması ve belki de yavaş yavaş neslinin tükenir duruma gelmesidir. Kılıç balığı Marmara ve Boğaziçi’nden kaybolmasaydı, avcılığı devam eder dururdu. Ama yanlış avlanma, deniz kirliliği, uskur sesleri kılıç balığının kaybolmasının nedenlerinden bazılarıdır. Böyle olunca da kılıç balığı ve kılıççılık sadece Sarıyerliler için değil, İstanbul ve bilhassa ülkemiz için nostalji olmaktan öteye gitmez. Nostalji demek eskiyi yaşamak demektir. Maalesef bu gidişle, eskiye hasret yaşayıp duracağız!
27.02.2012
KAYNAKÇA
Sözlü tarih çalışması:
1) Nuri Torlak Reis
2) İsmail Aktaş Reis
3) Cüneyt Yardımcılar Ergün Reis
Demir Baytar
TRİBÜNDE KAVGA OLURSA?
Yazan: İbrahim BALCI
“Tribünde kavga olursa Sarıyer gol yer” der yıllardan beri Av. Fikret Canlı. Sarıyer S. K. nün kurucusu ve ayaklı tarihidir Fikret Bey, teşhislerinde yanılmaz. Demek ki amatörlük döneminden bu yana neler görmüş, ne olaylar yaşamış ki, tribünde kavga olursa Sarıyer gol yer sözlerini söylemek ihtiyacını hissetmiş! Birlikte çalıştığımız, amatör ve profesyonellik dönemlerinde birlikte müsabaka seyrettiğimiz için söylediklerinin ne kadar haklı olduğunu takdir ederim. Bugünkü Kırklareli maçında Fikret Bey yoktu ama söyledikleri aynen tahakkuk etti! Yanılmadı, olan da Sarıyer S. K. ne oldu. Yazık!
Seyirci maçın heyecanı bağırıp durdu. Zaman zaman küfür kâfir! Bunu önlemek imkânı olmuyor. Ne oldu ise oldu, Şeref tribününde oturan rakip takım başkanı yerinden kalkıp Sarıyerli taraftarların üzerine yürüyüp tribünlerin karışmasına, itiş-kakışa neden oldu. Bu patırdı da gol yedik. Fikret Bey’i hatırladım.
Maçın hakemi çok müsamahakârdı. Rakip takımın sertliklerine göz yumdu. Barış’ın müthiş atağının, son adam Hasan Can Özkan tarafından kasti olarak kesilmesinin karşılığı kırmızı karttı ama sarı kartı reva gördü. 71. Dakikada rakip futbolcu Serkan Sözmen’in topu elle önüne alıp yakından gol yapmasını görememesi de hakem tarafından Sarıyer’e vurulan bir darbe olarak görüldü.
Müsabaka (1-1) sonuçlanırken her iki tarafın kötü futbol oynadıklarını belirtmek isterim. Her ne kadar sahanın zemini kötü idiyse de yine de idare ederdi. Sarıyer son haftalarda arka arkaya aldığı puanlarla üst sıralara tırmanmaya başlamış, Ünye maçını onca gol kaçırdıktan sonra kaybetmişti. Kırklareli maçını kesinlikle kazanması bekleniyordu. Zira kendi saha ve seyircisi önünde oynayacak ve alacağı bir galibiyetle ilk beş sıra için yani play-of için iddialı duruma gelecekti. Ama olmadı! Olmadı, çünkü Sarıyer’in maç boyu ne oynadığını kimse anlamadı. Maçın kazanılması için de taktik anlamda bir uygulama görülmedi. Şunu kesinlikle söyleyebiliriz; maçı Turgay kaybettirdi. Takım 1-0 galip, işi götürüyor, rakip takımın baskısı yok, tehlikeli bir atağı yok; olanları da Ethem armut toplar gibi topluyor. Sarıyer her an bir ikinci gol bulabilir. Nitekim gelişen bir akında korner kazanılıyor, atış sırasında Turgay kafaya gidiyor ve topa yükseldiğinde hakem faul düdüğü çalıyor. Turgay’ın anlamsız itirazları, yerde iken el ve kolları ile yaptığı anlamsız jestler ve belki de ileri geri bir iki söz ediyor ki, hakem kırmızı kartını gösterip “Haydi git” diyor!
Turgay, sana Teknik direktör kafaya git demişse bir bildiği vardır ve sana hakeme itiraz et dememiştir. Aslında takım galip iken seni kafa ya göndermesi de akıl kârı değil ya neyse! Ama bu senin alışkanlığındır, kendin gitmişindir ve hırsına gem vuramamandan ileri gelmiştir. İyi niyetle gittin ama neden iyi niyetli davranmadın ki? Neden itiraz ettin ve devam ettirdin itirazını? Hakemin verdiği kararın değişmeyeceğini bilmiyor muydun? Ne oldu? Takım on kişi kaldı, rakibin baskısı geldi ve nihayet golü buldular ve maçı 1-1 sonuçlandı. İki önemli puan kaybedildi.
Sarıyer takımında bir orta saha olayı var, mutlak çözümlenmesi gerekir. Orta saha adamı olarak iki önemli isim var: Efecan ve Barış ikisi de ileriye dönük oynuyor. Hele Efecan, defansa yardıma gelmesi imkânı da yok! Zina o kadar çok mücadele ediyor ki eli belinde kalıyor! Efecan’ı eski futbolcumuz Tevfik Kızılay’a benzetiyorum. Tevfik, önce rakip taraftarları kışkırtıcı hareketler yapar, sonra rakip futbolcularla dalaşır, sonra da hakemle boğuşur ve maçı müthiş stresli bir havaya soktuktan sonra, kendisi durgunlaşır ve maçı alıp götürürdü. Aynı şeyleri Efecan yapıyor, hem de bir fazlası ile: Yani farkı ikide bir kendini yere atması, oylu boyunca uzanması! Böyle yaptığı sürece yarardan çok zararı oluyor takıma farkında değil! Barış o kadar çok çaba harcıyor ki sonuçta diri kalamadığı için son vuruşu yapamıyor yazık. Sarıyer orta alanı yolgeçen hanı gibi. Zaman zaman forvetle defans arasında 30, 40 ve 50 metrelik boşluklar oluyor. Bu boşlukları dolduran Sarıyerli tek futbolcu görmenin imkânı da yok! Çünkü Sarıyer o yetenekte bulcuya sahip değil. Örneğin, göbekte görevlendirilen Egemen’in orta alanda ne işi olabilir. İyi veya kötü ortada top yapabilecek adam M. Akif o da yedekte ve ısrarla bekletildi.
Rakip takımlar Sarıyer’i iyi okuyup ezberlemişler. Sarıyer takımında Sinan ile Efecan etkisizleştirildiğinde Sarıyer hiçbir şey yapamaz bunu biliyorlar. Oyunlarını buna göre kurguluyorlar ve kazanıyorlar. Sarıyer Cemre, Sinan ikilisi ile başlasa ve uç adam Cemre olsa, Sinan geriye sarkarak geniş alan bulacağı için çok daha yararlı olur kanısındayım. Böyle yapılırsa belki Cemre de kazanılır. Gerçi Cemre’de başlı başına ayrı bir olay ama olsun, kazanılma yoluna gidilmelidir.
Takım çok genç ama bu takımın ligi istenilen gibi götürebilme şansı yok. Çünkü Hüseyin, Egemen, Semih, Çağrı çok genç ve deneyimsiz! Yedeklerde olan Ünal, Gökhan, Burak, Yusuf de çok genç; takımda büyük deneyim sahibi futbolcu da yok. Bir tek Efecan o da kendisi ile boğuşuyor, seyirci önünde oynamak için kim ne derse desin, bildiğini yapıyor. Hal böyle olunca iş zora giriyor.
Burada Ethem’e bir paragraf açmak isterim: Ethem altın yılını yaşıyor! Yürekten kutluyorum. Yine takımını kurtaran adam olmayı bildi. Kurtardığı iki önemli pozisyon vardı ki parmak ısırttı. Başarılı futbolunu lig sonuna kadar devam ettirebilirse, uçar gider gibime geliyor.
Takım kadrosunu Teknik Direktör yapar ve sahaya sürer. İyi veya kötü futbol oynanır ve bir sonuç alınır. Bu üç neticelidir; galibiyet, beraberlik ve mağlubiyet! Mağlubiyette kızılca kıyamet kopar; ne futbolcu kalır, ne teknik direktör ve ne de yönetim kurulu, eleştiri bıçak gibi saplanır yüreklere! Beraberlikte neden ve nasıl kazanılamadığının hesabı yapılır, eleştiriler yoğun olur. Galibiyetlerde ise her şey unutulur!
Yöneticilerin, taraftarların ve yazarçizerlerin takımları sahaya çıkmaz! O nedenle onların yaptıkları takım hiç yenilmez! Ama teknik direktörler, antrenörler öyle değil! Onların yaptıkları takım sahaya sürülür, mücadele eder yener veya yenilir. Bu nedenle de eleştiri okları onların üzerinde olur.
Ne yapalım durum bu! Daha iki üç hafta evvel bu takım düşmekten nasıl kurtulur diye düşünürken bugün âkildanelik yapıyoruz!
SARIYER SPOR KULÜBÜ DEYİNCE!
-II-
Yazan: İbrahim Balcı
Sarıyer Spor Kulübü deyince aklıma hep uzun yıllardan beri tuttuğum notların değerlendirilmesi, yıllık almanak haline getirilmesi ve sonra da bunların eh belirgin şekilde değerlendirilerek kitap haline getirilmesi gelir. Nitekim bu gibi çalışmalarım sonucunda Sarıyer
Spor Kulübümüzle ilgili; Başarı ve Kutlamalar (1985), Sarıyer’de Spor ve Sarıyer Spor Kulübü
Tarihi (1988), Kuruluşu’nun 50. Yılında Sarıyer Spor Kulübü’nde Yöneticilik Yapanlar (1992) ve
Sarıyer Profesyonel Takımında Oynayan Futbolcular (2001)isimlerini taşıyan dört kitabım
yayınlandı.
Sarıyer S. K. nün faaliyetleri ile ilgili çalışmalarım devam etmektedir. Hemen her sezon için
ayrı bir dosya açılmış, toplanan bilgiler tarafımdan değerlendirilmektedir. Bu değerlendirilmelerin kitap haline getirilmeleri ve yayınlanmaları hayli uğraşı ve maliyeti beraberinde getirdiği için güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Oysa bilgi ve istatistiklerin Sarıyerlilerce ve sporseverlerce paylaşılması gerekmektedir. Kulübümüzün tanıtımı, sevdirilmesi, kulübümüze karşı ilgi duyulmasının bir yolu da
bu tür yayınları yapmayı gerektirmektedir. Bir ay kadar önce Sarıyer takımında en çok Lig maçı oynayan futbolcular ile lig, kupa, turnuva ve özel müsabaka oynayan futbolcuların listesini yayınlamıştım. Yazımın bu ikinci bölümünde lig ve özel maçlarda en çok gol atan futbolcuları ele alacağım. Şöyle ki:
OYNADIĞI LİG MAÇI VESAYISI ATTIĞI GOL SAYISI (Lig maçı sayısı/Gol sayısı)
Garo Hamamcıoğlu (368/103); Sercan Görgülü 251/69; Nail Timurcuoğlu (136/65); Sead Çelebiç (134/49); Ümit Teke (109/42); Saadettin Demirtaş (119/39); Sefer Dursun 120/39); N. Erdi Demir (128/37); Salih Karalar (117/33); Ertan Koç (62/33); Selçuk Yula (76/30); Rıdvan Dilmen (119/29): Metin Karaca (113/29): Erdal Keser (57/29); Hayri (Hayrettin) Kara (121/27); Cemil Turan (64/25); İ. Hayri Ülgen (86/24); Mecnur Çolak (89/24, Ruli Stavro Trpkoviç (70/23), Şenol Birol (25/23); Şafak Bayman (29/23); Osman yıldırım (179/22); Emrah Kol (50/22); Mehmet S. Kalkavan (242/21); Kâmil Çakır (58/21); Hakan Özgerçek (242/20); Erdin Yücel (103/19); Mustafa Yücedağ (69/19); Silva Machado da Wallace (51/19); Mehmet Orman (148/18); Taner Bodur (84/18); Kenan Dereli (116/17); Doğan Bodruk (59/17); Engin Ülker (222/17); Smail Spahio ((55/16); Tuncay Köseoğlu (74/16); Ümit Algür (58/16); Günaşy Mutlu (110/16); Süreyya Saraç (36/15); Oğuz Konuk Aydın (232/14); Ahmet Sert (82/14); Şop Cengiz Demirtaş (42/14); Gökhan Ünver (94/14); Berkant Karaman (110/13); Uğur keskin (164/13); Mehmet Karayer (155/13); Ahmet Gündoğdu (56/13); Recep Tasalı (132/12), Recep Bostan (47/12), Erdoğan Ertaul (59/12); Eyüp Odabaşı (162/12); Serkan Özdemir (136/12); Göksel Akıncı (64/12); Kaya Girgin (34/11); Oktay Çevik (91/11); Erbil Uzel (128/119; Serdar Gücüyener (117/10; Esat Bayram (239/10); İdris Hacıfazlıoğlu (94/10); Feridun C. Alkan 165/9); Mahmut Kocabal (263/8).
Yukarıda saydığımız 61 kişi 8 ve daha fazla gol atanlar sıralamasıdır. Bu sıralama maç sayısı değil, gol sayısı dikkate alınarak yapılmıştır..
OYNADIĞI TÜM MAÇLARDA ATTIĞI GOL SAYISI(Lig, Kupa, Turnuva, ve diğer maçlar)
Garo Hamamcıoğlu (483/165; Sercan Görgülü (360/120); Ümit Teke (174/88); N. Erdi Demir (202/87); Nail Timurcuoğlu (192/86); Sefer Dursun (208/77); Selçuk Yula (131/71); Silva De Machado da Wallace (103/69); Saadettin Demirtaş (198/68); Engin Ülker (377/63); Salih Karalar (169/61); Osman yıldırım ( 297/59); Metin Karaca (197/58); Ahmet Sert (178/52); Erdal Keser (84/46); İ. Hayri Ülgen (122/44); Ertan Koç (83/43); Ruli Stavro Trpkoviç (102/42); Mecnur Çolak (138/42); Cengiz Güzeltepe (436/40); Hayri (Hayrettin) Kara (140/37); Şafak Bayman (41/37); Hakan Özgerçek (377/35); Mehmet S. Kalkavan (350/35); Mehmet orman (202/35); Taner Bodur (124/35); Hüseyin İşyar (108/33); Rıdvan dilmen (149/32); Mustafa Yücedağ (104/32); Turcay Köseoğlu (113/32); A. Oktay Çevik (157/31); Cengiz Demirtaş (Şop) (62/30); Eyüp Odabaşı (198/29); Emrah Kol (61/29); Kamuran Enüstün (150/28); Altay Unan )265/28); Ümit Algür (125/28); Kamil Çakır (96/28); Erdin Yücel (150/27); Feridun C. Alkan (257/27); Gökhan Ünver (142/27); Mustafa Pırnal (113/26); Günay Mutlu (145/25); Mehmet Karayer (238/24); Ramazan Baybatmaz (109/24); Şenol Birol (25/23); Erdoğan Ertaul (91/22); Esat Bayram (372/21); Cengiz Oğuz (142/20); Levent Kalkan (39/20); Doğan Boruk (67/19) Ahmet Gündoğdu (73/19); Fikret Demirer (154/19); İdris Hacıfazlıoğlu (140/19); Donche Donev (50/19); Kenan Dereli (133/18); Serkan Özdemir (171/18); Kaya Girgin (46/17); Erbil Uzel (174/16); Gürbüz Tür (86/16); Süreyya Saraç (40/16); Recep Tasalı (178/15; Uğur Keskin (338/15).
Görüldüğü gibi Sarıyer’in golcüleri yukarıda sıralandığı gibidir. Oynadığı tüm maçların toplamından 15 golden az atanlar sıralamaya dahil edilmedi. Zira 2500 ‘e yakın gol atıldı. Hepsini yazmaya kalksak, birer gol atanların sayı fazlalığı nedeniyle sayfalar doldurmak gerekecek.
Bu değerlendirmeye dikkat edildiğinde görülecektir ki iki önemli isim dikkat çekmektedir. Bunlardan biri Şenol Birol’dur. Oynadığı 25 maçta 23 gol atarak nerede ise her maçta bir gol ortalamasını yakaladı (Ki aslında, Şenol Sarıyer’de oynadığı sezon 1958/59 dur. Bu sezonda Sarıyer ‘in attığı 48 golden 5’inin kimler tarafından atıldığı saptanamamıştır. Bu beş golden bir ikisini Şenol gol yapmış olabilir). Bir diğer önemli golcü de Şafak Bayman’dır. Şafak da 29 lig maçı oynamış ve 23 gol kaydetmiştir.
SARIYER’İN
2300. GOLÜNÜ KİM ATACAK?
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer’i’ güçlü Bandırma ve Eyüp’e karşı aldığı iki önemli galibiyet ve Eyüp maçı öncesi gelen Mardin hükmen galibiyeti ile bu sezon rakip ağlara 27 gol göndermiş oldu. Bu sezon da ilk defa attığı gol yediği gole karşı artı oldu.
İstatistiklere baktığım da son yıllarda hayli sıkıntı çekiyor gol yollarında Sarıyer. Bunu da normal karşılamak gerekir, çünkü son altı yedi yıldan bu yana çok güçlü kadrolar kurulamadı, şampiyonluk mücadelesi verilemedi. Hatta öyle ki play Off ya da grup maçları oynama şansı elde edemedi. Bu sezon ne olur? Bunu yanıtlamak çok erken! Takım bir hava yakaladı gidiyor, bu gidişini kayıpsız devam ettirirse her şey olabilir neden olmasın?
Gelelim konumuza Sarıyer Spor kulübü I. Türkiye Liginde ilk çıktığında 12 sezon mücadele etti. İkinci kez I. Lige çıktığında ise ancak bir sezon bu ligde tutunabildi. Keza Bank Asya Liginde de bir sezon barınabildi.
Sarıyer I. Türkiye Ligindeki şaşalı dönemini bir daha yakalayamadı. I. Türkiye Ligi istatistiklerinde, bütün zamanların puan sıralamasına bakıldığında Sarıyer 14’cü durumdaydı. Aradan bunca yıl geçti. Her yıl yeni yeni takımlar I. Türkiye ligine yükseldi ya da bu ligden düştü. 2010/2011 sezonu baz alınarak yaptığımız araştırmada Sarıyer’in sıralamada 22’ci sırada!
Sarıyer I. Türkiye Liginde mücadele ettiği 13 sezonda 436 müsabaka oynadı ve 148 galibiyet, 135 beraberlik ve 153 yenilgi aldı. Attığı 553 gole karşın 551 gol yedi ve 579 puan topladı.
Sarıyer 1956 yılında profesyonel oldu ve 1956/57 sezonunda profesyonel liglerde oynamaya başladı. İst. Profesyonel Mahalli Lig, İst. Profesyonel I. Mahalli Lig, II. Türkiye Ligi, III. Türkiye ve I. Liginde yer aldı. Halen TFF II. Türkiye Liginde oynuyor.
Sarıyer, 1956/57 sezonundan, 2010/2011 sezonu sonuna kadar 55 sezon liglerde oynadı. Bu 55 sezonda toplam olarak 1718 lig maçı oynadı. Lig maçlarında 2258 gol attı, 1839 gol yedi.
2011/2012 sezonu devam ediyor, bugüne kadar 27 gol Sarıyer hesabına yazıldı. 2300’ ü gole ulaşabilmek için Sarıyerli futbolcuların 15 gol daha atmaları gerek. Bakalım bu şerefe hangi futbolcu nail olacak?
Şunları da okurlara hatırlatmalıyım. Çünkü enteresandır. Sarıyer en çok golü 1998/99 sezonunda attı: 77 gol. En az golü ise 1971/72 de attı 16 gol. Sarıyer bu sezonda 28 maçta 20 beraberlik, 4 galibiyet ve 4 yenilgi aldı. Beraberlik durumu dikkate alınırsa belki de 20 beraberlikle dünya rekoru sahibi oldu.
Sarıyer en çok golü 2000/2001 yılında yedi ve kalesinde 64 gol gördü (atığından fazla yedi). En az golü ise 1970/71 yılında yedi. Adeta kalesini rakip golcülere kapattı ve 28 maçta sadece 8 gol yedi ve Şampiyon olarak II. Türkiye Ligine yükseldi.
Sarıyer 1974/75 sezonunda 25 gol attı 25 gol yedi. Tam bir eşitlik!
İstatistiki bilgilere yine devam ederiz. Dikkatle ve ibretle izlenebilecek, daha pek çok önemli veriler, bilgiler var!
Merakımızı Sarıyer’in 2300’ ü golünü kimin atacağıdır! Bekliyoruz.
BÜYÜK SONUÇ VE ZOR MAÇ!
Sarıyer, kendi alanında lider Bandırmaspor’dan revanjı aynı skorla aldı (2-1). Hem de çok başarılı bir oyundan sonra… Rahatsızlığım nedeni ile bu maçı seyredememenin acısını içimde hissettim. Ethem, Sinan, Efecan, tekrar yuvasına gelen Turgay çok iyi oynamışlar! Bütün futbolcular büyük imkânsızlıklar içinde ellerinden geleni yapmışlar ve başarıya ulaşmışlar. Aslında Sarıyer yönetiminin ve futbolcularının, moral bakımından böyle bir sonuca ihtiyacı da vardı. Bunu da elde etti. Hem yöneticilere hem futbolculara hem de taraftarlara güven geldi.
Sarıyer zor günlerin takımıdır! Bu böyle bilinir, en zor zaman da en iyi sonucu alır ve başarıya koşar! İnşallah bu başarısını devam ettirirler.
Unutmayalım, yine Sarıyer için söylüyorum her önemli başarıdan sonra bir durağanlık çöker üstüne ve beklenmedik şekilde puan kaybına uğrar. Ben bunu çok sık yaşadığım için yarından ürküyorum!
Ürküyorum çünkü yarın ki rakibimiz ezeli rakiplerimizden Eyüp! Bu takımla yetmiş yıllık geçmişimiz, dostluğumuz ve ezeli rekabetimiz var! Büyük dostluk son dört beş senedir darbe aldı, yaralandı ama inanıyorum bozulmadı, devam ediyordur, edecektir. Her iki taraf seyircisinin aklı selimleri ile hareket etmeleri dostluğu daha da pekiştirir. İnternet denen iletişim aracı ile iki kulübün amigoları birbirleri ile görüşebilir, dostluk yolunda adım atabilirler. Varsa kırgınlıkları ortadan kaldırabilirler ve maçı karşılıklı tribünlerden rahatça izleyebilirler. Gürültü, patırtı kulüplere ve taraftarlara bir şey kazandırmıyor! Ben Sarıyerli taraftarların böyle bir adım atmasını bekliyorum.
Ama benim esas korktuğum oynayacağımız maç! Sarıyerli futbolcular lideri yendik, Eyüp’ü de yeneriz der ve maça gereken önemi vermezlerse hüsrana uğrarız! Çünkü Sarıyer tarihi bu tür maçlarla doludur. Her büyük ve önemli maç kazanıldıktan sonra böyle vahim sonuçlar alındı, tekrarından korkuyorum!
Sarıyerli yöneticilerin çok dikkatli olması, teknik elemanların ve bilhassa Sadi Tekelioğlu’nun deneyimini bu konu üzerine yoğunlaştırması ve futbolcularının motivasyonunu üst düzeyde tutması gerekmektedir. Gerekli olan futbolculara geçen maçın değil, oynanacak maçın çok önemli olduğunu hatırlatmasıdır.
Şunu da hatırlatmak isterim: Bugüne kadar Sarıyer ile Eyüp 31 lig maçı oynadılar. Sarıyer 18 galibiyet, Eyüp 7 galibiyet aldı. 6 maç beraberlikle bitti. Buna göre Sarıyer favori görünüyor. Ama unutmayalım, lütfen unutmayalım! Yöneticiler, futbolcular, teknik adamlar ve nihayet taraftarlar unutmayalım: Bu maç çok zor bir maç! Şeytanın büyüğü küçüğü olmaz! Şeytan şeytandır, ne zaman çarpacağı belli olmaz!
Aman ha! Şeytana çarpılmayalım!
BÜYÜK SONUÇ VE ZOR MAÇ!
Sarıyer, kendi alanında lider Bandırmaspor’dan revanjı aynı skorla aldı (2-1). Hem de çok başarılı bir oyundan sonra… Rahatsızlığım nedeni ile bu maçı seyredememenin acısını içimde hissettim. Ethem, Sinan, Efecan, tekrar yuvasına gelen Turgay çok iyi oynamışlar! Bütün futbolcular büyük imkânsızlıklar içinde ellerinden geleni yapmışlar ve başarıya ulaşmışlar. Aslında Sarıyer yönetiminin ve futbolcularının, moral bakımından böyle bir sonuca ihtiyacı da vardı. Bunu da elde etti. Hem yöneticilere hem futbolculara hem de taraftarlara güven geldi.
Sarıyer zor günlerin takımıdır! Bu böyle bilinir, en zor zaman da en iyi sonucu alır ve başarıya koşar! İnşallah bu başarısını devam ettirirler.
Unutmayalım, yine Sarıyer için söylüyorum her önemli başarıdan sonra bir durağanlık çöker üstüne ve beklenmedik şekilde puan kaybına uğrar. Ben bunu çok sık yaşadığım için yarından ürküyorum!
Ürküyorum çünkü yarın ki rakibimiz ezeli rakiplerimizden Eyüp! Bu takımla yetmiş yıllık geçmişimiz, dostluğumuz ve ezeli rekabetimiz var! Büyük dostluk son dört beş senedir darbe aldı, yaralandı ama inanıyorum bozulmadı, devam ediyordur, edecektir. Her iki taraf seyircisinin aklı selimleri ile hareket etmeleri dostluğu daha da pekiştirir. İnternet denen iletişim aracı ile iki kulübün amigoları birbirleri ile görüşebilir, dostluk yolunda adım atabilirler. Varsa kırgınlıkları ortadan kaldırabilirler ve maçı karşılıklı tribünlerden rahatça izleyebilirler. Gürültü, patırtı kulüplere ve taraftarlara bir şey kazandırmıyor! Ben Sarıyerli taraftarların böyle bir adım atmasını bekliyorum.
Ama benim esas korktuğum oynayacağımız maç! Sarıyerli futbolcular lideri yendik, Eyüp’ü de yeneriz der ve maça gereken önemi vermezlerse hüsrana uğrarız! Çünkü Sarıyer tarihi bu tür maçlarla doludur. Her büyük ve önemli maç kazanıldıktan sonra böyle vahim sonuçlar alındı, tekrarından korkuyorum!
Sarıyerli yöneticilerin çok dikkatli olması, teknik elemanların ve bilhassa Sadi Tekelioğlu’nun deneyimini bu konu üzerine yoğunlaştırması ve futbolcularının motivasyonunu üst düzeyde tutması gerekmektedir. Gerekli olan futbolculara geçen maçın değil, oynanacak maçın çok önemli olduğunu hatırlatmasıdır.
Şunu da hatırlatmak isterim: Bugüne kadar Sarıyer ile Eyüp 31 lig maçı oynadılar. Sarıyer 18 galibiyet, Eyüp 7 galibiyet aldı. 6 maç beraberlikle bitti. Buna göre Sarıyer favori görünüyor. Ama unutmayalım, lütfen unutmayalım! Yöneticiler, futbolcular, teknik adamlar ve nihayet taraftarlar unutmayalım: Bu maç çok zor bir maç! Şeytanın büyüğü küçüğü olmaz! Şeytan şeytandır, ne zaman çarpacağı belli olmaz!
Aman ha! Şeytana çarpılmayalım!
HAYDİ GÖREV BAŞINA!
Yazan: İbrahim Balcı
Ne kadar da güzel bir olay gerçekleştirdi Azeri ünlü yönetmen Oscar Ödüllü Rüstem İbhamibeyov?
Düşüncesi güzel? Uygulaması güzey, duyurması güzel!
Önce, parlamento ve sonra da senatosunun Ermeni soykırımını inkar yasasını kabul etmesi üzerine ayağa kalkan Ocsar Ödüllü Azeri Yönetmen Rüstem İbrahimbeyov, alınan kararı protesto etmek amacı ile Fransızlar tarafından kendisine verilen madalyayı iade ettiği gibi Azerbeycan-Fransa Kültürel İlişkiler Derneği Başkanlığından da istifa etti, Gerekçesini de açıkladı: “Fransa’daki yasa Türkiye’ye karşı yapılmıştır. Ancak yasa bütün Türk dünyasının temsilcilerini etkiliyor…” .
Bundan daha geçerli ne olabilir ki? Davranışı, gerekçesi mükemmel, yaptığı iş örnek bir hareket! Yürekli adamlara her zaman saygı duyar, onlara şapka çıkarırım.
Sağ ol Rüstem İbrahimbeyov kardaş!
Sıra bizimkilerde! Fransızlardan madalya, şilt, berat, nişan, ödül alan pek çok Türk işadamı, sanatçı, yazar-çizer var. Fransızların bu hareketi karşısında onlarında ortaya bir eylem koymaları gerekmez mi? Örneğin büyük romancı Yaşar Kemal ödülünü iade edemez mi? Anlı şanlı işadamlarımız sıraya girip, aldıkları onur verici berat, şilt ve madalyalarını kargo ile iade edemez mi? Türkiye-Fransız Kültürel İlişkiler Derneği’nin Türk üyeleri istifa edemezler mi?
Ederler, ederler! Hatta yarından tezi yok sıraya girerler! Dört gözle bekliyoruz. Tavır tavırdır! Yeter ki can alıcı anda ortaya konulabilsin.
Bu arada ordu mensupları unutulmasın, aralarında Fransızlardan nişan ve madalya alan pek çok subay var! Malum ya Fransa Nato ülkesidir. Askeri alanda pek çok kez birlikte tatbikat, manavra yapılmış, nişanlar, beratlar, madalyalar alınıp/verilmiştir. Bunlar kişisel dosyalara girmiş ve terfi sırasında dikkate alınmışlardır!
Lütfen ayağa kalkın ve nişanlarınızı, beratlarını, madalyalarını teker teker iade edin!
Parlamenterler sizde Fransa’ya gitmeme kararı alın!
Türkiye hak etmediği bir ihanetle karşı karşıya kaldı. Buna bir şekilde yanıt verilmelidir. Elbette ki savaşacak değiliz! Böyle bir talebimiz yok ama en azından ülkemizin anlı şanlı işadamları, entelleri, entellektüelleri, sanatçıları, yazar – çizerleri, liboşları, yalakaları, her b.ka nane olanlar ortaya çıkmalı ve bir şeyler yapmalıdır.
Türk Onurludur, onurunu korumalıdır!
Bu hepimizin görevidir.
26.01.2012.
ANKARAGÜCÜ VE SARIYER!
Ülkemizde futbol en yaygın ve en çok seyircisi olan bir spor! Bir ara profesyonel kulüp sayısı 250 nin üzerine çıkmıştı. Sonra bir dizi kararlarla bu sayı indirilmeye çalışıldı. Şu anda bütün Türkiye liglerindeki kulüp sayılı 127. Yani hemen hemen ideal bir sayıya kadar düşülmüş oldu. Ancak, bu sayının daha da düşürüleceği düşünceler arasındadır.
Ligden düşen kulüplerin pek çoğu maddi imkânsızlıklar nedeniyle düşmüşler ve kaybolup gitmişlerdir, bir kısmı inatla amatör liglerde yaşam savaşını sürdürmektedir.
İstanbul’dan; Vefa, Karagümrük, Beyoğluspor, Taksim, Yeşildirek, Hasköy, Süleymaniye, Yedikule, Bakırköy, Beykoz, A. Hisar, Yeniköy; İzmir’de Yeşilova, Kültürspor, Ülküspor; Ankara’da Güneşspor, Petrol Ofis, PTT ve daha pek çok kulüp profesyonelliği taşıyamamış ve hemen hepsi maddi imkânsızlık nedeniyle kapanmışlar ya da yaşam savaşlarını amatör liglerde devam ettirmektedirler. Üç beş yıl öncesinin güçlü ekibi İstanbulspor, üçüncü ligde boğuşurken; Karagümrük amatör ligde çok iyi konumda olup, 3. Lige çıkabilmenin yollarını aramaktadır.
Her şey mali durum ile ilgili, plan ve program yapılmadan işe girişmekle ilgili! Koca koca kulüpler yıkılıp gidiyor! Tarihi misyonu olan da gidiyor, müthiş sporcu potansiyeli olan da gidiyor. Bu gidişe bir “DUR” demenin yolu ise bir türlü bulunamıyor, yazık!
İşte Süper Ligini çetin ceviz ekibi ANKARAGÜCÜ! Süper ligde en alt sırada boğuşup duruyor. Bu güçlü ve köklü kulübü kim bu duruma düşürdü? Yıllarca kulübü sırtlayan Cemal Aydın, Ankaraspor’un kapatılması üzerine bin bir türlü atraksiyonla saf dişi edildi, ondan sonra da bu köklü kulüp için kara günler başladı… İşte durum ortada! Ankaragücü yönetimi pes dedi. Şimdi ne anlı şanlı Ankara B.Ş.Belediye Başkanı Melih Gökçek sahip çıkıyor ve ne de zenginler. Sahip çıkmasına çıkarlar da biraz siyasi biraz da iş düşünülünce sahip çıkma ortadan kalkıyor. Zira önce can, sonra canan düşüncesi ağır basıyor. Herkes Cemal Aydın olamaz ki? Ya da bir Cemal Aydın daha bulunmaz ki!
Burada üzerinde durulması gereken şey Ankaragüçlülerin ve yıllarca kulüpte yöneticilik yapanların neler düşündükleridir. Ne düşünürlerse düşünsünler yine de kulübüne omuz verenler var: O kavgacı, stres dolu, renkleri ve kulübü için kendilerini feda edecek kadar cesaretli fanatik taraftarları kulübü ayakta tutmaya uğraşıyorlar. Kendi aralarında para topluyor; yalvarıyor, yakarıyor, yardım istiyorlar ve futbolcuların ihtiyaçlarını karşılama uğraşı içinde kulüplerine destek veriyorlar. Nihayet bir Ankaralı CHP li bayan milletvekili Nazlı Aka basın toplantısı düzenleyerek tüm Ankaralıları yardıma davet ediyor, bir maaş bağışlıyorum diyor! Eğer dışarıda kalan Ankaragüçlüler harekete geçirilebilirse sorunlarını da halledebilirler!
Sarıyer Spor Kulübümüzde maalesef son dört beş yıldan beri işler iyi gitmiyor. Yanlış transferlerle kulüp batağın içine sokuldu. Çıkar çıkarabilirsen! Kulübün öyle ahım şahım bir borcu yoktu. Hele futbolcularla özel sözleşmeler, ya da bir yıllık sözleşmeler asla yapılmazdı. Belki bir sezon içinde bir veya iki kişi ile tek yıllık sözleşmeler yapılır, diğerleri ile en az iki ya da daha fazla süreli olurdu. Özel sözleşmeler ne zaman yapılmaya başlandı, o zamandan beri kulüp yıkılışa geçti.
Eyüp Odabaşı Sarıyer için bir şanstı! Tam 24 yıl bu Sarıyer’de sorumlu yönetici olarak hizmet verdi. Hem de gecesini gündüzüne katarak. Sayın Yusuf Tülün ile ters düştüğünde ve yönetim kurulu dışına zorla itildiğinde kulübün borcu 263 milyar (Bin) TL idi (Kayıtlar ortada). Bu rakam şimdi 4-4,5 milyon (trilyon) civarında, sezon sonunda 5 milyona (trilyona) ulaşabilir. Son iki yılda yapılan anormal özel sözleşmelerle korkunç borç altına girildiği gibi, birer yıllık sözleşmeleri olan futbolcular da elden çıktı. Son üç sezondur her transfer ayında yeni bir takım kadrosu oluşturuluyor ve yeni mali sorumluluk altına giriliyor. Hayati Kaptanoğlu yönetimi, elini taşın altına koydu, uğraşıp duruyor. Bakalım nereye kadar gidecek. Bütün iyi niyetli çabalarına karşın yeteri desteği görmediği ortada! Taraftar kulübün sırtında bir yük! Öyle bir anlayış var ki “Ya bizi de görürsünüz, ya da biz maçta ileri geri tezahürat yapar kulübe ceza verdiririz” havasındalar. Federasyonda ki, küfür ve kötü tezahürat borcu 40 bin lira. Buna bir “DUR” diyen yok. Sarıyer taraftarına birkaç yıldan beri bir şeyler oldu? Ne oldu, nasıl oldu? Bunu anlayan bilen yok! Dur diyen yok! Bu durumlar da gösteriyor ki durumu toparlayacak bir Eyüp Odabaşı da maalesef yok!
Bu yokların içinde Kulübümüzde başkanlık yapanları, kulübün iyi zamanlarında görev yapan zengin yöneticileri de bir araya getirecek bir güç yok! Sorunlarımızı taşıyacak bir milletvekilimizde yok! Bütün beklentimiz Sayın Şükrü Genç! Bu yolda bir gayret gösterse sorunları halledeceğine inanıyorum.
Bütün bunların yanında hatalı transferler, uygulamalar ve yanlışta direnmeler! Futbolcuların tahrik edilmeleri! Taraftarların yönetim aleyhine bağırtılması! Maçlara gerekli ilginin gösterilmemesi, mali durumu yerinde olanların destek ve ilgilerini esirgemeleri yılların kuruluşu SARIYER SPOR KULÜBÜMÜZÜ karanlık yarınların beklediğini göstermektedir.
Allah o karanlık günleri bizlere göstermesin, aydınlık günler kulübümüz olsun!
İbrahim Balcı
SARIYER ÇEŞMESİ!
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer reyince akla balık, börek, muhallebi ve bir de kaynak suları gelir. Balığın en tazesi Sarıyer’de yenir. Böreğin enfesi Sarıyer/Karaköy börekçisinde yenildiğinde tat verir; muhallebi unutulmaz ağız tatları arasındadır. Suları ise ab-ı hayattır. İçilir tadı damağında kalır.
Sarıyer’in antik çağdaki ismi Simas’tır. Helen dilinde güzel su – kutlusu anlamlarını verir! Bu demektir ki Sarıyer’in bir adı da Güzelsu ya da Kutlusu’dur.
Suyu güzel ve bol olan yerde elbetteki çeşme de olacaktır. Sarıyer, bilhassa merkez Sarıyer kaynak suyu bol dolaysıyla çeşmesi de çok olan bir yerleşim bölgesidir. Buna da ayrıca kayıt düşmek gerekir diye düşünüyorum. Her ne kadar bazı çeşmeler (Orta Çeşme ve Çukurçeşme), hoyrat eller, düşüncesiz beyinler tarafından yok edilmeye terk edilmişse de kalan çeşmeler eski Sarıyer’i canlandırmaya, hatırlatmaya yeter.
Mahallelerde çeşme olunca, çeşme başı sohbetleri de çok olur. Bu sohbetler de ne ararsan vardır; kadınlar dikişten, oyadan, el ve ev işlerinden başlar, konu komşuyu çekiştirmeye kadar giderek gezintilerini tamamlarlar; delikanlılar ilk sigaralarını genç kızlara çaka satmak için çeşme başında yakarlar; genç kızlar gözle kaş arasında işmarını çakar geçen sevdiceğine; yaşlı beyler burada birbirleriyle dertleşir gençliklerini yaşarlar yeni baştan!
Sarıyer sevdasıyla dolu şair’in “SARIYER ÇEŞMESİ” isimli şiirini alıyorum bu yazıma konu olarak. Şiiri aynen, noktasına virgülüne dokunmadan yayınlıyorum. Unutmayalım, tam altmış bir yıl önce yayınlanmış bir şiirdir. Yaşıyorsa yazarı Şair HALİM GÜZELGÜN bir bu kadar daha yaşasın, yaşamıyorsa da Allah rahmet eylesin derim. (Bu şiir “İşte Türkiye” Dergisinin Temmuz 1948, Aile Yaz sayısında yayınlandı).
SARIYER ÇEŞMESİ
Gecenin bir ucunda uyanığız,
Takalar, balıkçılar ve ben.
Bir şilep Karadeniz’e çıkıyor,
Karadeniz’e, bülbüller öterken.
Ayın batmasını bekliyoruz,
Onlar kılıca çıkacaklar.
Ayın batmasını bekliyoruz,
Çoğu boş dönecekler.
Av biterdi sabaha karşı,
Şövalyeler kılıçlarını teslim ederler.
Kiminin ağları parçalanmış,
Üst baş deniz içinde giderler.
Bir şey olurdu o zaman gökyüzüne;
İlk ışıklar kurtulurda Ceneviz Kalesinden.
Buz gibi sular akardı şafak vurmuş
Sarıyer çeşmesinin lülesinden.
Bir sevgilim vardı altın dişli,
Meram bağlarında şıkır şıkır oynamış:
Sarhoş olup Ankara’da türkü söylemiş,
Kibrit fabrikasına giderdi.
Yar ki öyle güzel bir uçurum;
Ninem bu masalı bana söylememişti.
Bir sabah çıktı karşıma peri misali,
İlk bahardı, sonra ne oldu bilmiyorum?
Kanımda istavritler, lapinalar koşar,
Açılır kapanır deniz anaları:
Saçının tellerinde ışıklar gezer
Hele ay lekeli ayakları.
***
11.11.2009v
SARIYER SPOR KULÜBÜ DEYİNCE!
Sarıyer Spor Kulübü ile iç içe girişim tam altmış yıl, Sarıyerli oluşum ise yetmiş yıl oldu. Sarıyer Spor Kulübünün tarihi ile ilgili çalışmalarıma başlamam ise tam tamamına 55 yılı buldu, hala devam ed iyor. Neden Sarıyer Spor Kulübü tarihini araştırma çalışmasına başladım? Çok enteresandır, 1960 da birikmiş, eski-püskü, kullanılmış ve bir kenara atılmış defter ve kitaplarımı karıştırırken elime geçen bir bloknot dikkatimi çekti. Önemli olayları yazmışım, hem de tarihi ve saatini yazarak. Bir sayfasında Sarıyer-Beyoğluspor maçını seyrettiğimi yazmışım. Yıl 1947 ve maçı Sarıyer 2-1 kazanmış. Maçın son dakikaların Sarıyer kalecisi Necip, Beyoğluspor’lu solaçık Kadri’nin (Kadri Aytaç, Galatasaraylı Kadri, merhum) penaltısını kurtarmış! Ürperdim hızla sayfaları karıştırdım, gittiğim her maçı kadro, tarih ve sonuçları ile birlikte yazmışım. Yazmaya devam edip durdum.
Genç yaşta Sarıyer S. K. de yönetici oldum ve uzun yıllar devam etti görevim. O günden bu yana muntazam olarak Sarıyer’in yarışmalarını takip eder, istatistikleri tutarım. Görev yaptığım dönemlerde kendimi veririm işe. Olmadığım zamanda görevlilerden rapor alırım. Son beş on yıldan beri yeteri kadar bilgi aldığımı söyleyemem. Ama yine de bilhassa profesyonel takımın bütün maçlarını, yarışmalarını, sporcularının durumlarını izler, sorar, soruşturur tespit ederim.
Bu uğraşlarım sonunda Sarıyer Spor Kulübü tarihini yazmaya karar verdim ve nihayet 1989 yılında “Sarıyer’de Spor ve Sarıyer Spor Kulübü Tarihi” isimli kitabımı yayınladım. Akabinde “Sarıyer Spor kulübünde Yöneticilik Yapanlar”, daha sonra da “Sarıyer Spor Kulübü Profesyonel Takımında Oynayan Futbolcular 1956-2000/2001” kitaplarını yayınladım. Son haftalarda bu kitapların ısrarla aranır olmasına ayrıca memnun oldum. Ne yazık ki “Sarıyer’de Spor ve Sarıyer Spor kulübü Tarihi” kitabımın mevcudu kalmadı. Arayanlar kütüphaneden yararlanabilecek, ikinci baskısını yapabilir miyim? Zor! Büyük bir soru!
Bu bilgileri aktardıktan sonra Sarıyerli sporcularla ilgili bazı istatistik bilgileri vermek isterim. Sarıyer Profesyonelliği 1956 da kabul etti ve 1956/57 sezonunda profesyonel liglerde oynamaya başladı halen devam etmektedir. Sarıyer Profesyonel I. Türkiye Liginde 13 sezon kaldı ve genel puan sıralamasında 579 puanla 22 sırada yer almaktadır.
Sarıyer takımında profesyonel lig maçlarında oynayan futbolcu sayısı 509 dur. Yani 509 kişi lacivert-beyazlı forma ile sahaya çıkmış ve lig maçı oynamıştır.
Sarıyer Profesyonel takımında en çok oynayan futbolcu sıralaması da şöyledir: Garo Hamamcıoğlu 368, Erdem Acar 280, Cengiz Güzeltepe 274, Mahmut Kocabal 263, Mehmet , Sercan Görgülü 251, Mehmet Kaplan 244, Mehmet S. Kalkavan 242, Hakan Özgerçek 242, Esat Bayram 239, Oğuz K. Aydın 232, Engin Ülker 222, Fevzi Açıkgöz 184, Osman Yıldırım 179, Hakan Çimen 175, Feridun Alkan 165, Uğur Keskin 164, Eyüp Odabaşı 163, Zeki Yazıcı 162, Cihat Susever 161, Mustafa Yetmişbir 160, Mehmet Karayer 155, Yaşar Yiğit 152, Eyüp Şengün 151, Mehmet Orman 148, Oktay Ungan 147, Metin Meşe 143, Sedat Tatlısöz 142, Ender Özinç 141, Metin Mert (Detlef Müller) 139, Ethem Bayburt 139, Serkan Özdemir 136, Nail Timurcuoğlu 136, Sead Çelebiç 134, Recep Tasalı 132, Erbil Uzel 128, N. Erdi Demir 128, Muammer yılmaz 127, Ali Kıbıç 127 (sıralama 125 maç üzerinden yapıldı).
Tüm müsabakalar dikkate alındığında en fazla oynayan futbolcular sıralamasında elbetteki bazı değişiklikler olmaktadır. İlk sıralar pek değişmezse de geri gidildikçe değişim farklılıkları ortaya çıkmaktadır. Örneğin, çok lig maçı oynayan bazı futbolcuların oynadıkları özel müsabaka sayısı hayli azdır. Bunu yadırgamamak gerekir. Teknik elemanlar tanıdığı futbolcuları özel maçlarda oynatarak yormak istemez, sakatlıkların olmamasını tercih ettiği gibi, diğer elemanları yakından tanıyabilmek için onlara fazla oynama imkânı vermez.
Sarıyer’in yaptığı Lig, Kupa, Turnuva, Ümit, PAF, Amatör Lig ve özel maçlarda (hepsi birlikte, toplamı) en fazla oynayanlar sıralaması ise şöyle: Garo Hamam Hamamcıoğlu 483, Cengiz Güzeltepe 436, Erdem Acar 422, Mahmut Kocabal 414, Mehmet Kaplan 387, Hakan Özgerçek 381, Engin Ülker 377, Esat Bayram 372, Sercan Görgülü 360, Mehmet S. Kalkavan 350, Hakan Çimen 349, Oğuz K. Aydın 328, Osman Yıldırım 297, Altay Unan 265, Fevzi Açıkgöz 262, Feridun Alkan 257, Cihat Susever 246, Yaşar Yiğit 240, Mehmet Karayer, 238, Uğur Keskin 238, S. Cenk Tekelioğlu 237, Sedat Tatlısöz 228, Zeki Yazıcı 227,Kerem Menekşe 227, Muammer Yılmaz 222, Metin Mert (Detlef Müller) 221, Mustafa Yetmişbir, Ender Özinç 206, Tufan Engin 204, Mehmet orman 202, N. Erdi Demir 202, Eyüp Odabaşı 198, Saadettin Demirtaş 198, Metin Karaca 197, Eyüp Şengün 175, Oktay Ungan 192, Nail Timurcuoğlu 192, Murat Yaman 185, Ali Kıbıç 184, Mehmet Şansal 182, Hüseyin Öztürk 180, Recep Tasalı 178, Ahmet Sert 178, Sead Çelebiç 176, Metin Meşe 175, Ümit Teke 174, Erbil Uzel 174, Turgay Koyuncu 171, Serkan Özdemir 171, Ersel Uzgür 170, Salih Karalar 169, Serdar Gücüyener 163, Kubilay Öztan 161, A. O ktay Çevik 157, Berkant Kahraman 156, Adnan Özcan 155, Fikret Demirer 154, Erdin Yücel 150, Kamuran Enüstün 150, Rıdvan Dilmen 149, Selçuk Bıyıklı 146, Birol Demirhan 145, Günay Mutlu 145, Cengiz Oğuz, Hurşit Güven Boya 142, Cem Pamiroğlu 142, Gökhan Ünver 142, Hayri Kara 140, İdris Hacıfazlıoğlu 140, Hüseyin Gülümser 139, Mecnur Çolak 138, Mehmet Bayraktar 136, Recep Önal 134, Kenan Dereli 133, Arif Büyükdurmuş 133, Erkut Hürman 127 ve Emrah Şahinçiftçi 125.
Gelecek yazımızda Sarıyer Spor kulübünün golcülerinin istatistiki bilgilerini vereceğim.
SARIYER SPOR KULÜBÜ DEYİNCE!
Sarıyer Spor Kulübü ile iç içe girişim tam altmış yıl, Sarıyerli oluşum ise yetmiş yıl oldu. Sarıyer Spor Kulübünün tarihi ile ilgili çalışmalarıma başlamam ise tam tamamına 55 yılı buldu, hala devam ed iyor. Neden Sarıyer Spor Kulübü tarihini araştırma çalışmasına başladım? Çok enteresandır, 1960 da birikmiş, eski-püskü, kullanılmış ve bir kenara atılmış defter ve kitaplarımı karıştırırken elime geçen bir bloknot dikkatimi çekti. Önemli olayları yazmışım, hem de tarihi ve saatini yazarak. Bir sayfasında Sarıyer-Beyoğluspor maçını seyrettiğimi yazmışım. Yıl 1947 ve maçı Sarıyer 2-1 kazanmış. Maçın son dakikaların Sarıyer kalecisi Necip, Beyoğluspor’lu solaçık Kadri’nin (Kadri Aytaç, Galatasaraylı Kadri, merhum) penaltısını kurtarmış! Ürperdim hızla sayfaları karıştırdım, gittiğim her maçı kadro, tarih ve sonuçları ile birlikte yazmışım. Yazmaya devam edip durdum.
Genç yaşta Sarıyer S. K. de yönetici oldum ve uzun yıllar devam etti görevim. O günden bu yana muntazam olarak Sarıyer’in yarışmalarını takip eder, istatistikleri tutarım. Görev yaptığım dönemlerde kendimi veririm işe. Olmadığım zamanda görevlilerden rapor alırım. Son beş on yıldan beri yeteri kadar bilgi aldığımı söyleyemem. Ama yine de bilhassa profesyonel takımın bütün maçlarını, yarışmalarını, sporcularının durumlarını izler, sorar, soruşturur tespit ederim.
Bu uğraşlarım sonunda Sarıyer Spor Kulübü tarihini yazmaya karar verdim ve nihayet 1989 yılında “Sarıyer’de Spor ve Sarıyer Spor Kulübü Tarihi” isimli kitabımı yayınladım. Akabinde “Sarıyer Spor kulübünde Yöneticilik Yapanlar”, daha sonra da “Sarıyer Spor Kulübü Profesyonel Takımında Oynayan Futbolcular 1956-2000/2001” kitaplarını yayınladım. Son haftalarda bu kitapların ısrarla aranır olmasına ayrıca memnun oldum. Ne yazık ki “Sarıyer’de Spor ve Sarıyer Spor kulübü Tarihi” kitabımın mevcudu kalmadı. Arayanlar kütüphaneden yararlanabilecek, ikinci baskısını yapabilir miyim? Zor! Büyük bir soru!
Bu bilgileri aktardıktan sonra Sarıyerli sporcularla ilgili bazı istatistik bilgileri vermek isterim. Sarıyer Profesyonelliği 1956 da kabul etti ve 1956/57 sezonunda profesyonel liglerde oynamaya başladı halen devam etmektedir. Sarıyer Profesyonel I. Türkiye Liginde 13 sezon kaldı ve genel puan sıralamasında 579 puanla 22 sırada yer almaktadır.
Sarıyer takımında profesyonel lig maçlarında oynayan futbolcu sayısı 509 dur. Yani 509 kişi lacivert-beyazlı forma ile sahaya çıkmış ve lig maçı oynamıştır.
Sarıyer Profesyonel takımında en çok oynayan futbolcu sıralaması da şöyledir: Garo Hamamcıoğlu 368, Erdem Acar 280, Cengiz Güzeltepe 274, Mahmut Kocabal 263, Mehmet , Sercan Görgülü 251, Mehmet Kaplan 244, Mehmet S. Kalkavan 242, Hakan Özgerçek 242, Esat Bayram 239, Oğuz K. Aydın 232, Engin Ülker 222, Fevzi Açıkgöz 184, Osman Yıldırım 179, Hakan Çimen 175, Feridun Alkan 165, Uğur Keskin 164, Eyüp Odabaşı 163, Zeki Yazıcı 162, Cihat Susever 161, Mustafa Yetmişbir 160, Mehmet Karayer 155, Yaşar Yiğit 152, Eyüp Şengün 151, Mehmet Orman 148, Oktay Ungan 147, Metin Meşe 143, Sedat Tatlısöz 142, Ender Özinç 141, Metin Mert (Detlef Müller) 139, Ethem Bayburt 139, Serkan Özdemir 136, Nail Timurcuoğlu 136, Sead Çelebiç 134, Recep Tasalı 132, Erbil Uzel 128, N. Erdi Demir 128, Muammer yılmaz 127, Ali Kıbıç 127 (sıralama 125 maç üzerinden yapıldı).
Tüm müsabakalar dikkate alındığında en fazla oynayan futbolcular sıralamasında elbetteki bazı değişiklikler olmaktadır. İlk sıralar pek değişmezse de geri gidildikçe değişim farklılıkları ortaya çıkmaktadır. Örneğin, çok lig maçı oynayan bazı futbolcuların oynadıkları özel müsabaka sayısı hayli azdır. Bunu yadırgamamak gerekir. Teknik elemanlar tanıdığı futbolcuları özel maçlarda oynatarak yormak istemez, sakatlıkların olmamasını tercih ettiği gibi, diğer elemanları yakından tanıyabilmek için onlara fazla oynama imkânı vermez.
Sarıyer’in yaptığı Lig, Kupa, Turnuva, Ümit, PAF, Amatör Lig ve özel maçlarda (hepsi birlikte, toplamı) en fazla oynayanlar sıralaması ise şöyle: Garo Hamam Hamamcıoğlu 483, Cengiz Güzeltepe 436, Erdem Acar 422, Mahmut Kocabal 414, Mehmet Kaplan 387, Hakan Özgerçek 381, Engin Ülker 377, Esat Bayram 372, Sercan Görgülü 360, Mehmet S. Kalkavan 350, Hakan Çimen 349, Oğuz K. Aydın 328, Osman Yıldırım 297, Altay Unan 265, Fevzi Açıkgöz 262, Feridun Alkan 257, Cihat Susever 246, Yaşar Yiğit 240, Mehmet Karayer, 238, Uğur Keskin 238, S. Cenk Tekelioğlu 237, Sedat Tatlısöz 228, Zeki Yazıcı 227,Kerem Menekşe 227, Muammer Yılmaz 222, Metin Mert (Detlef Müller) 221, Mustafa Yetmişbir, Ender Özinç 206, Tufan Engin 204, Mehmet orman 202, N. Erdi Demir 202, Eyüp Odabaşı 198, Saadettin Demirtaş 198, Metin Karaca 197, Eyüp Şengün 175, Oktay Ungan 192, Nail Timurcuoğlu 192, Murat Yaman 185, Ali Kıbıç 184, Mehmet Şansal 182, Hüseyin Öztürk 180, Recep Tasalı 178, Ahmet Sert 178, Sead Çelebiç 176, Metin Meşe 175, Ümit Teke 174, Erbil Uzel 174, Turgay Koyuncu 171, Serkan Özdemir 171, Ersel Uzgür 170, Salih Karalar 169, Serdar Gücüyener 163, Kubilay Öztan 161, A. O ktay Çevik 157, Berkant Kahraman 156, Adnan Özcan 155, Fikret Demirer 154, Erdin Yücel 150, Kamuran Enüstün 150, Rıdvan Dilmen 149, Selçuk Bıyıklı 146, Birol Demirhan 145, Günay Mutlu 145, Cengiz Oğuz, Hurşit Güven Boya 142, Cem Pamiroğlu 142, Gökhan Ünver 142, Hayri Kara 140, İdris Hacıfazlıoğlu 140, Hüseyin Gülümser 139, Mecnur Çolak 138, Mehmet Bayraktar 136, Recep Önal 134, Kenan Dereli 133, Arif Büyükdurmuş 133, Erkut Hürman 127 ve Emrah Şahinçiftçi 125.
Gelecek yazımızda Sarıyer Spor kulübünün golcülerinin istatistiki bilgilerini vereceğim.
İbrahim BALCI
TÜM DOST VE ARKADAŞLARIMIN YENİ YILINI KUTLAR,
MUTLULUK, SAĞLIK VE ESENLİKLER D İLERİM.
YAZSAN BİR TÜRLÜ, YAZMASAN…!
Yazan: İbrahim BALCI
Her şey alt-üst olmuş! Arzuladığına sahip olmanın imkânı yok gibi! Ne siyası ve de ticari alanda hiç kimse aradığını bulamıyor, istediğine sahip olamıyor! Sosyal alanda da mutlu olan yok denecek kadar az!
Televizyonlar, radyolar ve basın organları her gün felaket haberleri vermekte birbirleriyle yarışıyorlar. Mutlu insan bulmak güç, yüzü gülen insan sayısı az! Günümüzdeki mücadele yaşam savaşı vermekten ileri gitmiyor.
Kiralar aldı başını gidiyor, su, doğalgaz, elektrik faturaları cep yakıyor! Güneydoğu da elektrik parası ödemeyen ayrılıkçıların paraları da güç koşullar altında yaşayan halktan tahsil ediliyor.
Ödemelerin kredi kartı ile yapıldığı, kredi kartı borçlarını ödeyemeyenlerin yüz binleri, hatta milyonları bulduğundan belli. Basın yazıp duruyor! Yalan olmasa gerek! Hele kredi kartı borcunu ödeyemedikleri için intihar edenlerin sayısındaki artış da hesaba katılırsa, insanların gülmesine imkân var mı?
+ + +
Televizyonları izlerken duyarlı insanların üzülmemesine imkân var mı? Haberler açıldığın da aklı selim insanın değil parmaklarını ısırması, bileğinden yemesi bile işten değil! Neden mi? Neden olacak; BDT grup sözcüsü Sırrı Sakık çıkıyor mecliste oturumu izleyen generallerin gözlerinin içine baka baka kin kusuyor. Şu sözlere bakın: “Siz haddinizi bileceksiniz. Halkın emrinde olacaksınız. Kız boş bırakılırsa ya davulcuya, ya zurnacıya kaçar ya. Siz de generalleri boş bıraktınız ya Balyoz’da ya da Ergenekon’da, halkın iradesiyle seçilenleri devirmeye kalkıştılar…”
Adam düpedüz Türk generallere, hem de TBMM de hakaret ediyor, aşağılıyor ama ne meclis başkanı ve ne de milletvekillerinden hiçbir tepki görmüyor. Türk olan, bu ülkenin insanı olan nasıl tepki vermez? AKP ‘de asker milletvekili var, hiçbir şey söyleyemez miydi? MHP asker sevdasıyla, ordu aşkıyla dolu bir siyasi parti! Neden çıkıp da hiç biri tek kelam etmez? Ya CHP sine ne demeli. Cumhuriyetin temelinde ismi yazılı olan bir parti! Partiyi kuranların çoğu asker! Yani, Atatürk, İsmet Paşa ve diğerleri! Hal böyle iken CHP ‘den hiçbir tepki gelmiyor? Utanılacak bir durum. Bunları gören halkın yüzü nasıl gülsün?
+ + +
CHP Genel Başkanı, kendi bölgesinden CHP milletvekili seçilen Hüseyin Aygün’ün “Ben CHP li değildim, Kemal Bey istedi seçildim” diyerek demeç verebiliyor sonra da “CHP Dersim’de katlıam yaptı” diyerek dünden bugüne CHP’ dolaysıya Atatürk, İnönü ve Celal Bayar dönemini katliam yapılan dönem olarak haykırıyor. Kemal Kılıçdaroğlu bu milletvekiline “Derhal istifa et, çek git” diyemiyor, ondan sonra da iktidar olmak istiyor! Bu milletvekilini partiden göndermezsen, kendi geçmişine yani CHP nin geçmişine sahip çıkmazsan daha çok beklersin iktidar olmak için! Hadi genel başkandan ses çıkmadı. CHP de ikinci adam, üçüncü adam yok mu? Onlar da mı aynı düşünceyi paylaşıyorlar. Öyle ise CHP nin siyaset sahnesinde durmasının en anlamı var? Kapatın gitsin! Herkes kurtulsun!
+ + +
Siyasi parti liderlerinin özellikleri olmalı. Ya halkın tamamını kucaklamayı bilmeli ya da karizması ile bir yerde durmalı. Ya devlet adamı özelliklerini taşır devamlı olarak her konuda mesafelidir. Ya da karizması vardır ama halkın içinde dolaşmayı, halkı dinlemeyi, halkla birlikte olmayı biidir. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu bundan da nasip almamış görüyoruz. Karadeniz sahil şeridinden CHP yeteri oyu alamadı. Sahil şeridi denizcilikle geçinir. Karadeniz ve İstanbul Boğazı ile Marmara denizinin sahilleri de balıkçılıkla geçinir. Büyük balıkçı takımları (tekneleri) vardır. Her birinde 25-30 kişi çalışır. Bunların aileleri dikkate alınırsa, bir takımda çalışan 25 kişi baktıklarıyla birlikte 150 kişidir. CHP lideri Maltepe’den Adalar’a gidecektir, sahile gelir, 15-20 balıkçı takımı, reisleriyle, tayfalarıyla CHP liderinin kendilerine bir merhaba diyeceğini, sorunları ile ilgileneceğini bekler ama CHP lideri o yana bile bakmaz ve yanındakilerle birlikte Maltepe Belediyesine ait bir tekneye binerek Adalara doğru uzaklaşır. Gel de bu balıkçı reislerinden oy iste!!! ”Oy zaten vermediler ki!” diyecekler olursa derim ki; şimdi sorunları geçen yıllardan çok daha fazla dinle sorunlarını, yapabileceğin bazı vaatlerde bulun, bakalım kazancın ne olur? CHP nin oya ihtiyacı yok ki! Neden uğraş versinler ki! Nasıl olsa Atatürk adı, İnönü adı, Altıok yeteri kadar oy almaya yetiyor!
+ + +
AKP iktidara geldiğinden bu yana Meclis Muhafız birliğinin kaldırılması düşünülüyordu. Nihayet gerçekleştirildi ve görev polise verildi. Helal olsun. Oysa o birlik Atatürk’ün emriyle 91 yıl önce kurulmuştu. Amaç Atatürk’ün kazanımlarını yok etmek değil mi? Yavaş yavaş başarılıyor.
+ + +
Bir haftadan beri “Melle” işi tartışılıyor! Hiçbir eğitimi olmayan, sadece medrese kültürü ve biraz da dini bilgisi olanlara diyanete öğreticilik/eğiticilik/imamlık görevi verilmesi kararı alınıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Cumhuriyet çocuğu olarak bunu nasıl kabulleniyor anlamak mümkün değil! Belki inadına yapıyordur, kim bilir? Malum ya Mustafa Kemal 1924 de Rize’yi ziyaretleri sırasında Valilik binasından çıkarken Rize ve Pazar Müftüleri kendisinden medreselerin açılmasını ister. Mustafa Kemal Kulaklarına inanamaz. Yüzü gerginleşir, kaşları çatılır şöyle der: “Demek ki okul istemiyor medrese istiyorsunuz! Oysa bu millet okul istiyor. Şu zavallı milletin yakasını bırakın, bırakın da vatan evladı yetiştin, yükselsin. Medreseler asla açılmayacaktır hocam. Bunu böyle bilesiniz!”
Tabii ki medreseler açılmadı ama 87 yıl sonra Güneydoğu da gizliden medrese tahsili alanlara 2011 yılının son ayında Diyanet Başkanlığında eğitici/öğretici kadrolar veriliyor. Böyle sine büyük karşı çıkış olur mu? Oluyor işte! Hem de Mustafa Kemal’e inat!
+ + +
Şike olayı beş aydır sonuçlanmadı. O kadar ileri gidildi ki mutlak kafası kesilecek bir kurban aranıyor. Aziz Yıldırım bulundu kurban olarak! Neden acaba! Zaten yeteri zenginliğe sahipti. Bir de Fenerbahçe başkanı oldu, o rüzgârı arkasına alıp yelkenleri şişirdi, işte o zaman büyüklerden de büyük oldu. Büyüklerin başı ezilir bu böyledir: Pargalı İbrahim’de böyle öldürüldü. Şöhreti Padişaha eş göründüğünde kurban edildi! Oysa Aziz Yıldırımın siyasetli bir işi yoktu! Siyasetle işi olmadığı için şike ile harman edildi! Sanki ilk defa şike yapılmış! Altmış yıldan fazladır futbolun içindeyim, şike olmayan dönem hiç olmadı ki! Hala şike yapılıyor. Aslında gerçek şikeler, hatır şikeleridir, bunun üzerinde duran yok. Yani para almadan yapılan şikeler!
Yazacak o kadar konu var ki! Söylenecek o kadar söz var ki! Üzerinde durulacak o kadar olay var ki yazsan bir türlü, yazmasan bir türlü!
15.12.20
“FUTBOLCU OYUNYOR…..”
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer, kendi alanında ligin alt sıralarında yer alan Çankırı’yı farklı yendi 4-1. Çok daha farklı bir skor elde edebilirdi ama o kadar çok pozisyon harcadılar ki saymakla bitmez! Hal böyle olunca 4-1 şapka çıkartılır.
Sarıyer’de iki önemli eksik vardı Gökhan Çakır ve Atahan Menekşe. İkisinin de yokluğu hissedildi.
Sarıyer bu maçı mutlak kazanmak için sahaya çıktı. Uç adam olarak Emre Atmaca’nın sağında Efecan, solunda Sinan’a yer verilmesi, maçı kopara kopara alınmak istendiği izlenimini verdi. Sadi Tekelioğlu bu düşüncede haklıydı. Çünkü takımının puan kaybına tahammülü yoktu. Futbolcuları da aynı arzu içinde gördük.
Sarıyer’in defans bloğu hala oturtulamadı. Bu yüzden geri dörtlü maç boyu aksadı. Ama mücadeleyi de elden bırakmadı. Orta alanda yer alanlar, pres yaptıklarında oyun üstünlüğünü ele aldılar. Presi unuttuklarında güç durumlarla karşılaştılar.
Maça iyi başlayan Sarıyer ilk golünü erken buldu. Efecan’ın kullandığı faul atışında topa mükemmel dokunun Sinan topu ağlarla buluşturdu. Bir süre sonra Efecan’ın direkten dönen şutundan sonra rakibin penaltı golü geldi. Yine sıkıntı başladı derken yine Efecan’ın kullandığı köşe atışında rakibin kafasını sıyıran topa dokunan Cemre takımını rahatlatan golü attı. Rakip defans futbolcusu Cevat Macit’in geri pasını gole çeviren Cemre ikinci golünü atarken Sinan maçın son dakikalarında skoru tayin etti.
Sarıyer her hattı ile rakibinden daha iyi ve derli topluydu. Rakip takımımın en iyisi olan 4. No.lu Önder Tezcan oyundan alınınca Sarıyer tamamen rahatladı ve arka arkaya bulduğu gollerle farka koştu.
Sarıyer, ilk yarıda forveti becerikli olsaydı 5-l lik bir skor yakalayabilirdi. Ama yine ilk yarıda Ethem iki tehlikeli gol pozisyonunu önlemeseydi iş belki zora da girebilirdi. Ethem başarılı futbolunu ikinci yarıda da devam ettirdi.
Skor iyi, alınan puan iyi! Sarıyer adına iyi şeyler oluyor ama beklenmedik şeylerde oluyor. Takımın dinamosu özelliğini taşıyan Efecan’ın sinirliliği hem kendi futbolunu hem de takımını etkiliyor. Efecan’ın seyirciyi değil topu sevmesi gerekir. Seyirci ile dalaşması, oyundan kopması bir ara takımın bocalamasına neden oldu. Dışarıdan gelecek çirkin sözlere kulaklarını tıkaması gerekir. Futboluna bir diyeceğimiz yok. Çünkü kalitesi ile “Ben bu takımda oynarım, takımı da oynatırım” diyor. Attırdığı dördüncü gol arkadaşlığın mükemmel örneğiydi!
Üzerinde en fazla durulacak futbolculardan biri Cemre Atmaca! Tam bir gol adamı! Nerelerde duracağını, nasıl pozisyon alacağını ve ne yapacağını çok iyi biliyor ama sahada kayboluyor. Sahne aldığında golü bulmakta gecikmiyor. Oysa onun başarılı olması Sarıyer’in başarılı olmasıdır. Bu bilince sahip olması gerekir. Neden vurdumduymaz olur anlamak mümkün değil. Gol yollarında kuvvetli bulunmadığı zaman komik goller kaçırıyor. Bugün bir daha anladım ki Cemre Atmaca’da bir sorun var. Araştırdım gittiği kulüplerde ilk devre maçlarında takımın en çok gol atan futbolcusu olmasına rağmen serbest bırakılarak takımdan uzaklaştırılıyor. Bu demektir ki Cemre Atmaca’da bir sorun var. Bu sorun bence devamlılığı yakalayamamasıdır. Bu sorunu önce kendi, sonra da Sadi Tekelioğlu halledeceklerdir. Bir kişinin işi değil. Gerekirse bir psikologla çalışılmalıdır. Un var, su var, tuz var, şeker var ama!!! Bir insan neden yarınlarını düşünmez, neden kendisini işine vermez, neden bir futbolcu olarak meşin yuvarlağa sevdalanmaz? Meşin yuvarlağa sevdalanmayan çok şeyler kaybeder. Çünkü ülkemizde futbol 30 yaştan sonra para getirmez, şöhret getirmez! Böyle olunca da son pişmanlık fayda vermez!.
Rakip takım güçsüz ama iyi niyetle mücadele ediyor. Deplasmanda ve hem de Sarıyer gibi deneyimli bir takım önünde bu kadar açık oynamanın da bir anlamı yoktu. Vardı derlerse skor ortada. Teknik direktörleri Sarıyer’i hiç izlememişti anlaşılan! Çankırı’nın en iyisi olan Önder Tezcan, sonra da diğer iyi Ozan Solak’ı çıkarıyor ve yerlerine forvet elemanı oyuna alıyor, yükleniyor. İşte sonuç bu!
Sarıyer taraftarının durumu düşündürücüydü. Sağ taraftaki topluluk maçın sonuna kadar takımı alkışlayıp destekledi. Sol taraftaki topluluk ise ilk devre tam destek verirken ikinci yarıda hem de takım galip durumda iken “Futbolcular oynuyor, yönetim para vermiyor” şeklinde tezahürat yaparak yönetimi yerdiler. Çok çirkin, mide bulandırıcı bir inkârcılık! Nedense seyircilerin bir kısmı futbolcuların avukatı olup çıktı! Siz Sarıyer taraftarı mısınız, yokta futbolcuların menajeri mi? Sizin işiniz maça gelip seyretmek, iyi olduğu zaman sevinmek, kötü sonuçlar aldığı zaman herkes gibi üzülmek. Başka ne fonksiyonunuz olabilir? Ama biz kulübün üzerine üzerine gider, yöneticileri bıktırır, kaçırırız beklentileri içine girerseniz, gelecek olanlar da size mavi boncuk vermez! Belki verirler ama o zamanda diğer seyirci grubu ortaya çıkar. Ne olur bilir misiniz?
Düşünün, neler olur? Düşünün bulursunuz!
DERSİM NOTLARI!
Yazan: İbrahim Balcı
Konumuz Dersim! CHP li Hüseyin Aygün’e birileri konuş demiş, konuşmuş! “Dersim
katliamı ile yüzleşelim”. Gelin yüzleşelim:
Dersim’de 17. yy dan beri şekavet var; baskın, soygun ve isyan. 1876 da 11 isyan
oldu ve buna karşı 11 askeri hareket yapıldı. Tehcir sırasında Ermenilere büyük zarar verdiler,
kabak Türklerin başına patladı. Hala temizlenmeye çalışılıyor! Dersim olayları hakkında
Hamdi Bey Dersim raporunda “Dersim bir çıbandır, yarayı kökünden koparmak lazım” dır
diyor. Bu arada 1926 da Koçan olayı meydana gelince devlet ; “Dersimliler okşanarak
kazanılamaz” kanaatine vardı. Dersim’e özel yetkili vali atandı. General Abdullah Alpdoğan
yörenin kalkınması için hükümetin büyük gayretleri ile imar işine yöneldi. Köprülere ağırlık
verildi. Mustafa Kemal Atatürk Singeç köprüsünün açılışına gideceği sırada köprüyü koruyan
askeri birliğe baskın verdiler ve 33 asker şehit edildi. Diğer bir köprü Haydaran ve Demanan
aşiretleri tarafından yakıldı. Bir başka köprü daha yakıldı. Olayları devlet duymasın diye telgraf
telleri kesildi. 9. Seyyar Jandarma birliğine saldırdılar 9 er şehit edildi. Olay Ankara’da kaygı ile izleniyor ve nihayet müdahale kararı veriliyordu.
Başbakan İsmet İnönü 25.10.1937 de başbakanlıktan ayrıldı yerine 25.10.1937 de
Celal Bayar geldi. Celal Bayar’ın da çabaları sonuç vermedi ve nihayet 1. Dersim hareket
i başladı Mart 1938. Tam sonuç alınamadı ve kez 2. Dersim hareketi başladı 2.7.1938 ve
isyancıların saklandığı Laş bölgesi yerle bir edildi. Sıkışan Seyit Rıza İngilizlerden kendilerine
yardım edilmesini 30.7.1937 tarihli mektubu ve Dersim Generali Seyit Rıza imzası ile istedi.
Cevap vermedi güvendikleri İngilizler! Dersim harekâtinin kesin sonuçlandırılması için 3.
Dersim hareketi 10-17 Ağustos 1938 tarihleri arasında yapıldı. Olay bitirildi, elebaşı olanlar
yakalandı. İstiklal Mahkemesinde yargılandılar. 11 kişi idam cezası aldı. 4 kişinin cezası 30 yıl
hapse çevrildi. 7 kişi asılarak idam edildi (İdam olanlar: Seyit Rıza, Oğlu Hüseyin (16 yaşında),
Seyit Hüseyin, Fındık Ağa, Hasan Ağa, Kureyşanlılardan Hasan Ağa, ve Mirzanın oğlu Ali Ağa).
OLAY böyle! Sayın Başbakan neden CHP ye ve İsmet İnönü’ye yükleniyor?
O zaman tek parti vardı, başka parti yoktu ki! Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’tü,
Başbakan İsmet Paşa değil Celal Bayar’dı. Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Ordu Müfettişi Org. Kazım Orbay’dı.
Atatürk’e dil uzatamayanlar, en yakın arkadaşı İnönü’ye
saldırarak salyalarını kusuyorlar ve böylece CHP yi vurmaya çalışıyorlar.
Aklımdan geçiyor; Sakın CHP milletvekili Hüseyin Aygün, AKP lilerle aynı pistte dans etmesinler, danışıklı dövüş yapmasınlar! I.
I.Dersim hareketi 21 Mart 1937 de başladı Başbakan Celal Bayar’dı, önerilen harekâtı
Celal Bayar onayladı ve harekât başladı. II. Harekât 2.7.1937 de oldu Başbakan Celal Bayar’dı.
III. Harekât 10-17.8.1938 tarihleri arasında oldu Başbakan Celal Bayar’dı. Neden ısrarlı şekilde
nönü ve CHP dönemi suçlanıyor? İnsanda biraz sıkılma olmaz mı?
Başbakan İsmet Paşa olsaydı ne yapardı? Hiç kimse şüphe etmesin aynı şeyi yapardı.
Hükümet hareket kararı alır, Genel Kurmaya bildirir, Gen. Kur. Bşk. Mareşal Fevzi Çakmak olur diyerek hareketi başlasın emri verir. Org. Kazım Orbay harekâtı yönetir.
Acaba Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Dersim isyanını başlatan ve devam ettirenlere
çiçek mi vermeliydi? “EVET” diyenlere sormak isterim PKK canileri ile neden 27 yıldan beri
kıyasiye savaş veriliyor. Nasıl olsa İmralı ile görüşülüyor, bir de toptan affedip, hepsine çiçek
verilsin ya!
Aklıma gelmişken not düşmem gerekiyor. Van’a gönderilen yardımların saklandığı depoların
üçü yanıp kül oldu, ikisi de büyük hasar gördü. Sakın bu da PKK işe olmasın? Malum ya,
TIR lar kaçırılmıştı. Kaçırılan TIR’ların dağa gittiği söylendiğine göre, bu yanma olayı kasten
çıkarılabilir ve kayıp olanların TIR’ ların ya da yardım malzemelerinin akıbeti sorulduğunda yandı
işte denilebilir. Böylece olay kapatılabilir!
Ne bileyim ben kurt düştü içime işte!
01.12.2011
NOTLARI!
Yazan: İbrahim Balcı
Konumuz Dersim! CHP li Hüseyin Aygün’e birileri konuş demiş, konuşmuş! “Dersim katliamı ile yüzleşelim”. Gelin yüzleşelim:
Dersim’de 17. yy dan beri şekavet var; baskın, soygun ve isyan. 1876 da 11 isyan oldu ve buna karşı 11 askeri hareket yapıldı. Tehcir sırasında Ermenilere büyük zarar verdiler, kabak Türklerin başına patladı. Hala temizlenmeye çalışılıyor! Dersim olayları hakkında Hamdi Bey Dersim raporunda “Dersim bir çıbandır, yarayı kökünden koparmak lazım” dır diyor. Bu arada 1926 da Koçan olayı meydana gelince devlet ; “Dersimliler okşanarak kazanılamaz” kanaatine vardı. Dersim’e özel yetkili vali atandı. General Abdullah Alpdoğan yörenin kalkınması için hükümetin büyük gayretleri ile imar işine yöneldi. Köprülere ağırlık verildi. Mustafa Kemal Atatürk Singeç köprüsünün açılışına gideceği sırada köprüyü koruyan askeri birliğe baskın verdiler ve 33 asker şehit edildi. Diğer bir köprü Haydaran ve Demanan aşiretleri tarafından yakıldı. Bir başka köprü daha yakıldı. Olayları devlet duymasın diye telgraf telleri kesildi. 9. Seyyar Jandarma birliğine saldırdılar 9 er şehit edildi. Olay Ankara’da kaygı ile izleniyor ve nihayet müdahale kararı veriliyordu.
Başbakan İsmet İnönü 25.10.1937 de başbakanlıktan ayrıldı yerine 25.10.1937 de Celal Bayar geldi. Celal Bayar’ın da çabaları sonuç vermedi ve nihayet 1. Dersim hareketi başladı Mart 1938. Tam sonuç alınamadı ve kez 2. Dersim hareketi başladı 2.7.1938 ve isyancıların saklandığı Laş bölgesi yerle bir edildi. Sıkışan Seyit Rıza İngilizlerden kendilerine yardım edilmesini 30.7.1937 tarihli mektubu ve Dersim Generali Seyit Rıza imzası ile istedi. Cevap vermedi güvendikleri İngilizler! Dersim hareketinin kesin sonuçlandırılması için 3. Dersim hareketi 10-17 Ağustos 1938 tarihleri arasında yapıldı. Olay bitirildi, elebaşı olanlar yakalandı. İstiklal Mahkemesinde yargılandılar. 11 kişi idam cezası aldı. 4 kişinin cezası 30 yıl hapse çevrildi. 7 kişi asılarak idam edildi (İdam olanlar: Seyit Rıza, Oğlu Hüseyin (16 yaşında), Seyit Hüseyin, Fındık Ağa, Hasan Ağa, Kureyşanlılardan Hasan Ağa, ve Mirzanın oğlu Ali Ağa).
OLAY böyle! Sayın Başbakan neden CHP ye ve İsmet İnönü’ye yükleniyor? O zaman tek parti vardı, başka parti yoktu ki! Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’tü, Başbakan İsmet Paşa değil Celal Bayar’dı. Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Ordu Müfettişi Org. Kazım Orbay’dı.
Atatürk’e dil uzatamayanlar, en yakın arkadaşı İnönü’ye saldırarak salyalarını kusuyorlar ve böylece CHP yi vurmaya çalışıyorlar. Aklımdan geçiyor; Sakın CHP milletvekili Hüseyin Aygün, AKP lilerle aynı pistte dans etmesinler, danışıklı dövüş yapmasınlar!
I.Dersim hareketi 21 Mart 1937 de başladı Başbakan Celal Bayar’dı, önerilen harekâtı Celal Bayar onayladı ve harekât başladı. II. Harekât 2.7.1937 de oldu Başbakan Celal Bayar’dı. III. Harekât 10-17.8.1938 tarihleri arasında oldu Başbakan Celal Bayar’dı. Neden ısrarlı şekilde İnönü ve CHP dönemi suçlanıyor? İnsanda biraz sıkılma olmaz mı?
Başbakan İsmet Paşa olsaydı ne yapardı? Hiç kimse şüphe etmesin aynı şeyi yapardı. Hükümet hareket kararı alır, Genel Kurmaya bildirir, Gen. Kur. Bşk. Mareşal Fevzi Çakmak olur diyerek hareketi başlasın emri verir. Org. Kazım Orbay harekâtı yönetir.
Acaba Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Dersim isyanını başlatan ve devam ettirenlere çiçek mi vermeliydi? “EVET” diyenlere sormak isterim PKK canileri ile neden 27 yıldan beri kıyasiye savaş veriliyor. Nasıl olsa İmralı ile görüşülüyor, bir de toptan affedip, hepsine çiçek verilsin ya!
Aklıma gelmişken not düşmem gerekiyor. Van’a gönderilen yardımların saklandığı depoların üçü yanıp kül oldu, ikisi de büyük hasar gördü. Sakın bu da PKK işe olmasın? Malum ya, TIR lar kaçırılmıştı. Kaçırılan TIR’ların dağa gittiği söylendiğine göre, bu yanma olayı kasten çıkarılabilir ve kayıp olanların TIR’ ların ya da yardım malzemelerinin akıbeti sorulduğunda yandı işte denilebilir. Böylece olay kapatılabilir!
Ne bileyim ben kurt düştü içime işte!
01.12.2011
NE PROFESÖR BE! Yazan: İbrahim BALCI
Yoktan yere çıkarılan bir Dersim olayı! Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün: “Devlet Dersim Olayı ile yüzleşmeli” diyor! Beklenmedik bir çıkış, gereği var mıydı? Diyor da ne oluyor? Hiç! Ama bu söylemi kullanan oluyor! Başbakan ve Yardımcısı Arınç ve yandaşlar olayı kullanıyorlar alabildiğine. Onları bir o kadar dünün solcusu dönmeler ve bir o kadar da dinci geçinen aslında çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen köşe yazarı yalaka!
Ne diyor başbakan “Dersimlilerden özür dilemek literatürde varsa ben özür diliyorum”. Bununla yetinmiyor, Dersim halkına katliam yapanın CHP olduğunu ısrarla söylüyor. Amacı nedir? O dönemde yetki, söz ve güç Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ündür. Dönem O’nun, İsmet İnönü’nün, Celal Bayar’ın, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın dönemidir.
Dersim olayının devamını isteyenlerin gerçek istekleri Dersim’i ele alarak Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’ye, Celal Bayar’a, Mareşal Fevzi Çakmak’a saldırmak (Bayar ile Çakmak’ı pas geçebilirler, onların lafını bugüne kadar hiç etmediler çünkü) ve cumhuriyeti yaralamak tır. Belki de “Yeni Osmanlı Devleti” hayallerini gerçekleştirmek ve rüyasına kendilerini kaptırmış olmalarıdır.
Böyle bir şey olabilir mi? Neden olmasın? Ordu budandı, budanmaya devam ediyor; halk uyutuldu; suskun, canından bıkmış, zamlar altında eziliyor, adeta bana dokunmayan bin yaşasın havasında; yargı “Adalet mülkün temelidir” kuralını unutmuş; patronlar kulaklarının üzerine yatmış, para sesinden başka bir şey duydukları yok! Rejimleri sarsan, yaptıkları eylemlerle ses getiren ve etkinlikleri ile siyasileri, hükümetleri ve karar organlarını doğru yola getirmeyi başaran üniversite hocaları (profesör, doçent ve doktor) suskun, yılgın, teslim bayrağını çekmiş, çaresizlik içinde kendilerini kurtaracakları bekliyorlar.
Türkiye’deki il sayısından fazla Üniversite olunca kalitede ona göre oluyor tabii! Çalıntı tezlerle üniversite doçentl , profesörü unvanını alanlar, ayın teri ile bu unvanı alanları rahatlıkla ekarte edebiliyor, koltuklara kurulabiliyorlar. Ne olursa olsun içlerinde rektör olanlar elbette ki hakkı ile olmuştur diye düşünebiliyoruz ama bir da bakıyoruz ki Prof. Dr. Durmuş Boztuğ diye bir rektör çıkıyor, atom bombası gibi bomba patlatarak “Devlet Dersim’de özür anıtı diksin” diyor, bu yetmiyor anıtın altına “Özür diliyoruz” yazısı yazılmasını salık veriyor. Hızını alamıyor şöyle devam ediyor: “Dersim ismini geri istiyor musunuz?” diye halka sorulsun demek gafletinde bulunuyor. Aslında bu profesör “Dersimliler bağımsızlık ister misiniz?” diye sorulmasını istiyor da bu kadarını ifade edebiliyor.
Profesöre bakın be! Nasıl da itiraf ediyor: “Üniversitede 2 yıl önce başlattıkları seçmeli Kürtçe dersine ilginin azaldığını, bu yıl bunun sıfır düzeyinde..” Bu profesör hızını alamıyor ve öneride bulunuyor; “Artık ilköğretimden başlayarak bu dilde ders verilmeli”
Utanmayan bu Profesör üstelik Tunceli Üniversitesi Rektörü! Ülke bütünlüğü dille, kültürle bozulur, ülke parçalanır. Yok olup gider, bunu bile bilmiyor. Bu profesör mü doğru dürüst öğrenci yetiştirecek? Yazık be! Utanmadan ayrılık tohumları ekiyor. Hem kendisi Kürtçe derse ilgi yok diyor hem de ilkokuldan başlasın önerisinde bulunuyor. YÖK de sessiz kalıyor. Sessiz kalmasa ne olacak? Hepsi aynı yolun yolcusu, birbirlerinden farkları yok ki!
Allah ülkemizin sonunu aydınlık yapsın!
KİMİ BOĞDURULDU, KİMİ İDAM EDİLDİ
KİMİ DE…
Yazan: İbrahim BALCI
Her şey Osmanlı İmparatorluğunun devamı için yapıldı. Tahttan indirilenler, boğdurulanlar, idam edilenler, parçalanarak öldürülenler…
Osmanlı İmparatorluğunun devamı böyle sağlandı. Tek çıkar yol kabul edildi boğdurmalar, öldürmeler, idamlar, katledilmeler…
Devletin bekası duygu ve acıma hislerinin terki ile sağlanır düşüncesinden yola çıkanlar, kendilerince belki de doğru yaptılar. Acıma duygularını terk ettiler ve gözyaşlarını içlerine akıtsa bile gözlerini kırpmadan, sonradan pişmanlık duysalar da rakip gördüklerini boğdurttular, öldürttüler; boğdurtmaya, öldürtmeye devam ettiler. Böyle olmasaydı kardeş kavgası, aşiretler, boylar ve beylikler arasındaki vuruşmalar devletin erken çökmesine, hatta bölünmesine neden olabilirdi tercihini yapmışlardır.
İmparatorluğun devamı için yasaların uygulanması, kurallara uyulması, görenek ve geleneklerin terk edilmemesi gerekiyordu. Osmanlılar, Selçuklu devleti içinde bir aşiretti. 400 çadır ve 3 bin nüfuslu bir aşiret. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundandı. Selçuklu Devletinin sonu gelmiş, aşiretler beylikler halinde yeni bölgesel devletler kurma çabası içine girmişlerdi. Devlet için uğraşanlardan biri de aşiretinin başında bulunan Ertuğrul Bey’di. Ertuğrul Bey’in 93 yaşında ölmesi (1298) ile aşirette iktidar mücadelesi başladı ve aşiret beyliği için iki aday ortaya çıktı. Dündar Bey ve Ertuğrul Bey’in oğlu Osman (Kara Osman)… Aşiretin en yaşlı erkek üyesi olması nedeni ile Dündar Bey aşirete Bey seçilmek istiyordu. Fakat aşiret içinde bir grupta Ertuğrul Bey’in oğlu Osman’ı Bey olarak görmek istiyordu. İki önemli isim arasında ittifak sağlanamadı ama Dündar Bey, Bey olmak için ısrarcı olmadı ve Osman’ın aşiret Bey’i olmasını kabul etti. Ama bu kabulde kaldı. Başa geçen Osman Bey bir fırsatını bulup amcası Dündar Bey’i öldürttü (1298). İşte Osmanlılarda öldürmeler böyle başladı, devam etti.
Oysa aşiret için o yıllara kadar yöneten ve yönetecek olanların öldürülmesi diye bir kural ve yasa yoktu. Eski dönemlerde Moğol İmparatorluğunda Cengiz Han Yasasında, Han’ın isteklerine karşı gelen, devlet aleyhine iş yapanların öldürülmesi emrini vermek vardı. Suçu işleyen ya da ihaneti yapan Hanedandan biriyse, ya da üst düzeyde bir Han görevlisi ise kanından yere bir damla kan damlamayacak şekilde öldürülmesi yazılıydı.
Türkleşmiş olan Moğollarda bu uygulama devletin devamı için çok gerekli görülüyordu. Üstelik Han “Tanrının yeryüzündeki gölgesi” kabul ediliyordu. Yani çok mukaddes bir varlıktı! O halde kanları da kutsaldı! Kutsal kanın yerlere akıtılması utanç verici, ayıp ve küçük düşürücü, hatta hakaret içeren bir şeydi!
Moğol Türklerinde Cengiz Han döneminde başlayan bu uygulama uzun yıllar devam etti ve nihayet Osmanlılarda da görüldü ve uygulandı. Türk boylarından biri olan Kayı boyunun bir kolu olan Osmanlı aşireti elbette ki Türklerin yasa, kural ve adetlerini biliyorlardı. İşte bu nedenle olacak ki gerekli görüldüğünde aynı yola başvuruldu. Aşiret Bey’lik ve sonra devlet olunca iktidar kavgaları başladı; boğdurmalar, öldürmeler, idamlar yasalaştırıldı.
Beylikte, Beylik için rekabetin ortadan kaldırılması isteği ilk öldürülme olayını getirdi. Sonrada boğmalar, idamlar devam edip durdu.
Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunda aşiret lideri olan Ertuğrul Gazi ayrı tutulursa, Beylik ve imparatorluk olarak iki dönem yaşanacak, Osman Bey ile kuruluşu başlayan İmparatorluk Orhan ve Murat Beylerle devam etti. Murat Bey’den sonra devamlı büyüyen Beylik yerine İmparatorluk oturdu.
Osmanlılarda 3 Bey ile 33 Sultan/Padişah görev üstlendiler. Tamamı 36 kişi hepsine birden Sultan/Padişah demek daha yerinde olur. Ne yazık ki öldürmeler, boğmalar Beylik döneminde başladı. Şöyle tarihe bir bakacak olursak, hayli ilginç sonuçlarla karşılaşabiliriz. Örneğin; amcasını ilk öldüren Osman Bey’dir (İmparatorluğun kurucusu); ilk kardeşini boğduran I. Murat, ilk evladını öldüren de yine I. Murat’tır. Öldürülme ya da boğulmayı ilk yasalaştıran da Fatih Kanunnamesi ile Fatih Sultan Mehmet’tir. Savaşta yenildiği için tahttan indirilen ve zehirletilerek öldürülen (iddia edilen) ilk Padişah Yıldırım Beyazıt’tır. Sadrazam öldüren ilk Padişah Fatih Sultan Mehmet, kardeş katli yasasını kaldıran ve kafes sistemini (Odada hapis) getiren I. Ahmet, ilk şeyhülislam öldüren IV. Murat’tır.
Bu ve bunlar gibi pek çok ilk ve ilkler vardır, elbette ki olmalıdır, olacaktır. Zira 1299 da kurulan bir imparatorluk 622 yıl devam etmiş, bu süre içinde çok büyük ve önemli olaylar meydana gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunda haneden mensuplarının öldürülmeleri boğdurulmak suretiyle olmuş ve öldürülenden kan akıtılmaması esas alınmıştır. Boğdurulmalar da, cellâtların yağlı ilmiği tercih edilmiştir. Ama her zaman bu olmamış, zaman zaman ok kirişi, yatak çarşafı, bel kuşağı, urganla da boğulma işlemi yapılmıştır. Boğdurma olayı, bazı zamanlar idam şekliyle de olurdu. Kurulan darağacında veya her hangi yüksek bir yere asılmak suretiyle idam gerçekleştirilir, kan akıtılmamasına dikkat edilirdi.
Biat alarak tahta çıkanın ilk işi kardeşlerini, amcaoğullarını öldürmek oluyordu. Hem de bebekten yaşlı şehzadelere kadar uzanıyordu, boğdurmalar, idamlar.
Fatih Sultan Mehmet çıkardığı kanunname ile kardeşlerin katlini yasalaştırdı. Kanunname de şöyle yazıyordu: “Ve her kimesneye (kimseye) evladımdan saltanat müyesser ola karındaşların nizam-ı alem (devlet düzeni) için katletmek (öldürmek) münasiptir (uygundur). Ekser (genel) ulema (din bilgini) dahi terviz (kabul) etmiştir. Anında amil olalar (hemen yerine getirilsin/uygulansın)”.
Fatih Sultan Mehmet bu kanunname ile tahta çıkan Padişaha devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Kanunnamenin uygulanmasının gerektiğini de şu şekilde ifade ediyordu: “Bu kanunname atam ve dedem kanunudur ve benim dahi benim kanunumdur. Evlâd-ı kiramın (benden sonra geleceklerin) neslen bate neslen bununla amil olalar (bu uygulamayı yapmalıdır).
Nitekim Fatih Sultan Mehmet kendi hazırladığı kanunlarını harfiyen yerine getirirken kendinden sonra gelen Sultan/Padişahlara da yol açtı. Onlar da hiç acıma hissi duymadan boğdurmalara, idamlara, baş koparmalara doludizgin gittiler. Aynı şeyleri sıradan insanlar yapsa hepsi katil, cani olur ama Sultanlar/Padişahlar yaparsa makbul olur, haklı olur.
Fatih Kanunnamesinden sonradır İmparatorluğun kan denizi içine girmesi! Önce amca, sonra kardeş, oğul ve yeğenlerin hatta annelerin öldürülmeleri…
Osmanlı İmparatorluğunda 36 padişah (3 beyle birlikte) tahta oturdu. Genç ölen Padişahlar; II. Osman (19), I. Ahmet (27) ve IV. Murat (28) yaşlarında idi. En yaşlı ölen Padişahlar ise; Orhan Bey (81), II. Abdülhamit (76) ve Mehmet Reşat’tı (74). Ne yazık ki Osmanlı Padişahlarının ömürleri uzun olmadı. Çoğu genç yaşta dünyadan göçtüler.
Osmanlı İmparatorluğunda 622 yılda 218 sadrazam sadaret koltuğuna oturdu (Sadrazamların bir kısmı üç-beş hatta aralıklarla daha fazla göreve geldiler). 218 sadrazamdan 117 si devşirme, örneğin: Arnavut, Boşnak, Sırp, Abaza, Çerkez, Rum, Arap, Ermeni, Hırvat, İtalyan, Slav, Rus ve Bulgar gibi… 101 tanesi ise Türk’tü.
Devşirme sistemini Çelebi Mehmet (I. Mehmet) başlattı ve çok benimsendi devam edip durdu. Devşirmeler, İmparatorluğun feth ettiği yerlerden devşirilirdi (alınırdı). Alınan devşirmenin sağlıklı, boylu poslu, yakışıklı olmasına bakılırdı. Devşirilenler Osmanlı ve İslâmi terbiye ile yetiştirilir, İslâmiyet’i kabul ederler sonra da saray, yeniçeri ve bostancı ocağında göreve başlarlardı. Devşirmelerin bir kısmı yeniçeri ocağında kalır, bir kısmı sarayda görev yapar, göze batanlar kısa sürede yükselerek devletin üst kademelerinde paşa, vezir ve sadrazam olarak görev alırlardı. Devşirmelerin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çok büyük etkileri oldu. Devşirmelerin tercihi ile Türk paşaların, vezir ve vezir-i azam ve sadrazamların etki alanları en alt düzeye indi. O kadar ki devşirmeler imparatorluğun asli sahibi gibi oldular ama onlarda idamdan, boğdurulmaktan, öldürülmekten yakalarını kurtaramadılar.
622 yıl devam eden Osmanlı İmparatorluğundaki saltanat kavgasında onlarca kişi boğularak, idam edilerek telef edildi. Boğmalardan, idam edilmelerden amaç saltanatın korunması ve devletin bekasının devamı iddiasıdır. Bu iddialardır ki kanı, korkuyu dehşeti, vahşeti beraberinde getirdi.
400 çadır ve üç bin kişiden oluşan aşiret Ertuğrul Gazi’nin Beyliğinde gelişti. Ertuğrul Gazi ölür ölmez iktidar kavgası başladı ve Osman Bey (Kara Osman) Beylik iddiasında olan amcası Dündar Bey’i öldürterek Beyliği aldı. Kara Osman (Saltanatı: 1299-1326) olarak da bilinen Osman Bey eceli ile vefat ettiğinde yerine Orhan Gazi (Orhan Bey) (Saltanatı: 1326-1359) geçti ve eline kan bulaşmayan Orhan Gazi 1362 de eceli ile öldü.
Orhan Gazi’den sonra sahneye çıkan I. Murat diğer adıyla Hüdavendigâr Murat (Gazi Hünkâr) (Saltanatı: 1362-1389) padişah olarak biat alınca ilk işi iki kardeşi İbrahim ile Halil’i boğdurtmak oldu. Bilahare Bizanslılarla birlik olarak kendisine karşı gelen oğlu Savcı Bey’in üzerine gitti ve yaptıklarını affetmeyerek gözlerine mil çektirip kör ettirdikten sonra öldürterek ortadan kaldırttı. I. Murat savaş meydanında şehit olur olmaz, hemen orada yani savaş alanında oğlu Yıldırım Beyazıt’a biat edilerek Padişahlığı ilân edildi.
Yıldırım Beyazıt (1389-1403) Padişah olmasının heyecanını üzerinden atmadan, yani biat töreni biter bitmez düşmanla savaşmakta olan kardeşi Yakup Çelebi’yi yanına çağırtarak çadırında boğdurttu. Sonra da kendisine karşı gelen Karamanoğlu Alâaddin Bey’i katlettirdi. Yıldırım Beyazıt Ankara Savaşında Timurlenk’e yenildi (1402). Bu yenilgi sonu oldu. Savaşta yenilerek tahttan indirilen ilk Osmanlı Padişahı oldu. Yıldırım Beyazıt eceli ile öldü (Aşık Paşa Zade Tarihinde, Timur’un Yıldırım Beyazıt’ı Semerkant’a götürme isteğini Beyazıt’ın reddettiğini ve “beni öldür ama götürme” dedikten sonra yüzüğündeki zehri içerek intihar ettiğini yazar. Keza Bizanslı tarihçi Dukas da intihar ettiğini belirtir. Ancak bazı tarihçiler bunu yazmazlar. Çünkü Padişahların intihar etmesi aşağılayıcı bir olay olarak kabul edildiği için ölümü eceli oldu şeklinde yansıtılır).
Yıldırım Beyazıt’ın Ankara yenilgisinden sonra zehir içerek ölmesi Osmanlı devletinde karışıklık yarattı ve kardeş kavgaları nedeni ile tam on yıl padişahsız kaldı devlet. Nihayet kardeşlerini tepeleyen Çelebi Mehmet (I. Mehmet) (Saltanatı: 1413-1421) 25 yaşında Padişah oldu. Kardeşler arasındaki mücadeleden galip çıkan Çelebi Mehmet, kardeşi İsa Çelebi’yi (1405) hamamda yakalatıp boğdurttu. Durmadı, devam etti ve kardeşi Musa Çelebi’yi kullanarak diğer kardeşi Emir Süleyman’ı boğdurttu (1410). Sonra da kardeşlerine karşı kullandığı diğer kardeşi Musa Çelebi’yi boğdurtarak ortadan kaldırdı (1413). Bir diğer kardeşi Mustafa ise uzun süre ortalarda görülmedi. Sonradan Düzmece Mustafa adı ile ortaya çıktı. Mustafa Timur tarafından Semerkant’a götürülmüştü, Timur ölünce serbest bırakıldı. Bizans İmparatoru Manuel’in yardımı ile Limni Adasına kaçan Mustafa yurda döndüğünde ise ağabeyi Çelebi Mehmet tarafından Bizanslılara esir verildi. (Bazı tarihçiler Düzmece Mustafa’nın Çelebi Mustafa olmadığını iddia eder).
Çelebi Mehmet, kardeşi İsa Çelebi’yi Padişah olması için destekleyen ve onun için çalışan Demirtaş Paşa’yı da unutmadı ve kafasını kestirerek ortadan kaldırttı. Çelebi Mehmet parçalanmakta, dağılmakta ve bölünmekte olan İmparatorluğu bir arada tutabilmek için kardeşlerini harcadı. Padişah, Mehmet Çelebi’nin (I. Mehmet) ölümü eceli ile oldu.
Padişah olarak tahta çıkan II. Murat (Birinci saltanatı: 1421-1444; İkinci saltanatı: 1446-1451)) biat alır almaz mesaiye başladı ve ilk önce küçük kardeşi Mustafa’yı incir ağacına astırmak suretiyle boğdurttu (1423). Diğer kardeşlerini öldürtmediyse de gözlerine mil çektirerek kör etti, sonra da Bursa’da oturmalarına izin verdi.
II. Murat sadece kardeşlerini cezalandırmakla kalmamış, kendisine karşı geldiği için amcası Mustafa Çelebi’yi de ok kirişi ile boğdurtmuştur (Bazı kaynaklar Mustafa Çelebi’nin Edirne kalesi burcunda asıldığını yazar). II. Murat aynı zamanda İvaz Paşa’nın da gözlerini mil çektirip kör ettirdi. II. Murat da eceli ile öldü. Osmanlılarda ilk defa kendi isteği ile tahtından çekilen Osmanlı Padişahıdır.
II. Murat’ın ölümü ile II. Mehmet yani Fatih Sultan Mehmet (Birinci saltanatı: 1444-1451; İkinci saltanatı: 1451-1481) Padişah oldu. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u feth ederek Bizans İmparatorluğunu ortadan kaldırdı ve yeni bir çağı başlattı. Çağ açmakla kalmadı Fatih Kanunnamesi ile de kardeş katletmeyi yasalaştırarak yeni ve can yakıcı, hüzün verici, utandırıcı bir dönemi de başlatmış oldu. Nişancı Leyszade Muhammed Bin İbni Mustafa Paşa’nın metnini yazdığı Fatih Kanunnamesi’nde şöyle yazıyor: “Ve her kimesneye (kimseye) evladımdan saltanat müyesser ola karındaşların nizam-ı alem (devlet düzeni) için katletmek (öldürmek) münasiptir (uygundur). Ekser (genel) ülema (din bilgini) dahi terviz (kabul) etmiştir. Anında amil olalar (hemen yerine getirilsin/uygulansın)”.
İşte bu yasa gereği hemen işe başlayan Fatih Sultan Mehmet gelecek günlerde tehlike olur düşüncesi ile kundaktaki kardeşi Ahmet’i boğdurarak ortadan kaldırdı (Bazı yazarlar Şehzade Ahmet’in 6 aylık kundakta bir bebek, bazıları da iki yaşında olduğunu yazar). Elbette ki Şehzade Ahmet ilk değildi. İlk olanı, Bizanslılarla birlikte hareket eden Şehzade Orhan’ı yine Bizanslılarla anlaşarak idam ettirmesiydi.
Fatih Sultan Mehmet döneminde sadrazamların öldürülmesi yolu da açıldı. Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü ve temkinli Sadrazamlarından birincisi olan Çandarlı Halil Paşa’yı, bazı paşaların telkini ile satırla başını kestirmek suretiyle öldürttü. Çandarlı Halil Paşa’nın öldürülmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğunda devşirmelere Sadrazam olma yolu açıldı. Devşirmeler iş başına geldiler, paşa, vezir, veziri azam ve sadrazam olarak devleti yönetmeye başladılar. Yeni sadrazam Hırvat devşirmesi Rum Mehmet Paşa oldu. Yeni sadrazamın görev alması öldürmeleri önlemedi. Fatih Sultan Mehmet, Mahmut Paşa’nın kellesini vurdurdu, sonra da sadrazam Rum Mehmet Paşa’yı, Süleyman Paşa’yı ve Nasuh Paşa’yı idam ettirdi. Bu arada bir de mimar darbe yedi Fatih sultan Mehmet’ten. Padişah adına yaptırttığı Fatih Camiini görünce dehşete kapıldı ve camiin mimarı Sinaüddin Yusuf Bin Abdullah’ın (Atik Sinan) Cami Ayasofya’dan daha alçak olduğu için, ellerini kestirerek cezalandırdı. Fatih Sultan Mehmet eceli ile ömrünü tamamladı (Bazı kaynaklar zehirlenerek öldürüldüğünü yazar).
Osmanlı İmparatorluğunun sekizinci Padişah’ı olan Sultan II. Beyazıt (1481-1512) kardeşi Cem Sultan’ın ortadan kaldırılması için hayli uğraş verdi. Talihsiz Cem Sultan Avrupalıların elinde Osmanlılara karşı yıllarca kullanıldı. Papalığın elinde esir bulunan Cem Sultan 1495 de bir iddiaya göre II. Beyazıt’ın Papa ile anlaşma yapması üzerine papalıkça zehirlenerek öldürüldü. Ne var ki Cem’in oğlu İstanbul’da idi, Padişah II. Beyazıt, Cem Sultan yanlısı olması nedeni ile Gedik Ahmet Paşa’yı öldürttükten sonra İstanbul Muhafızı İskender Paşa’ya “Kulum İskender! Biti (Şimdi) sana vasıl olduğu gibi bilesin ki Gedik’i tepeledim. Gerekir ki sen de Cem’in oğluna mecal (aman) vermeyip boğdurasın ki gayet mühimdir” fermanını gönderdi. İskender Paşa buyruğu derhal yerine getirip 9 yaşındaki Oğuz Han’ı boğdurttu. Padişah bununla da yetinmedi kardeşi Selim’i de boğdurttuğu gibi Molla Lütfi ile Mustafa Paşa’yı da idam ettirdi. Selim’i destekleyen yeniçerilerin baskısı ile tahttan inmeyi kabul eden II. Beyazıt oğlu ile yaptığı Karıştıran Savaşında oğlu Selim’in güçlerini dağıtmasına rağmen kendi isteği üzerine tahttan çekildikten sonra Çorlu civarında aniden vefat etti (Bazı yazarlar II. Beyazıt’ın oğlu I. Selim tarafından zehirletilerek öldürüldüğünü yazar).
Osmanlı İmparatorluğu’nun dokuzuncu Padişahı olan I. Selim (Yavuz Sultan Selim) (1512-1520) II. Beyazıt’ın oğludur. Osmanlı İmparatorluğunun affı olmayan padişahlarından biridir. Kendisine karşı tehlike gördüğü ağabeyi Korkut’u kementle boğdurtarak işe başlıyor, yetmiyor kendi yanında rehin olan Korkut’un oğlunu da boğdurtuyordu. Boğdurtmalar durmuyor devam ediyordu. Önce merhum ağabeyi Şehinşah’ın oğlu Mehmet’i boğdurttu durmadı devam etti ve merhum ağabeyi Mahmut’un oğulları Musa, Mehmet, Osman, Emin ve Orhan’ı da boğdurttu. Yani merhum ağabeyi Mahmut’un beş oğlunu birden boğdurtarak onlara hayat hakkı tanımadı. Ama daha bitmemişti diğer ağabeyi merhum Alemşah’ın oğlu Osman’ı da boğdurttu. Boğdurmalar devam ediyor kardeşi Ahmet’i yağlı ilmikle boğdurtarak ortadan kaldırılıyordu. Ahmet’in çocukları duracak mıydı? Elbette ki onların da icabına bakacaktı, öyle yaptı ve Şehzade Ahmet’in oğlu Kasım’ı önce boğdular sonra da başını kesip I. Selim’e götürdüler. I. Selim kardeşlerinin çocuklarını öldürttüğü gibi hanımlarını da öldürttü. Kardeş, kardeş çocuğu öldürüldükten, analar ortadan kaldırıldıktan sonra tabii ki sıra sadrazamlara, paşalara gelecekti. Sadrazam Yusuf Paşa boynu vurularak öldürüldü. Kesik başı ibreti âlem için üç gün teşhir edildi. Veziri Azam Koca Mustafa Paşa idam edildi, Dukakinzade Ahmet paşa da öldürülmek suretiyle ortadan kaldırıldı.
Birinci Selim, yani Osmanlı’nın güçlü Padişahı Yavuz Sultan Selim sekiz yıllık padişahlığı dönemine boğdurttuğu, idam ettirdikleri ile Osmanlı tarihine damga vurdu ve 1520 de eceli ile vefat ederek dünyadan ayrıldı.
Osmanlı İmparatorluğunun en uzun süreli Padişahı 46 yıl hüküm süren 10. Padişah Kanuni Sultan Süleyman’dır (1520-1566). Yani diğer ismiyle Muhteşem Süleyman! Kardeşi olmadığı için kardeş katili olmadı. Ama boğdurtmaya kendi oğlu ve yeğenleri ile devam etti. Cem Sultan’ın oğlu Murat ile onun oğlu Cem boğularak idam edildi (1522). Murat’ın karısı ile iki kızı İstanbul’a getirtildi.
Kanuni Sultan Süleyman Konya Ereğli’de konakladığında, mahiyetindeki askerleri ile babasını karşılamaya ve ona iltihak etmeye giden Şehzade Mustafa, babasının bulunduğu divanhaneye el öpmeye gittiğinde, birden 7 dilsiz cellât üzerine çullanıyorsa da ellerinden kurtuluyor ama saray hademelerinden Pehlivan Zal Mahmut’un saldırısından kurtulamıyordu. Zal Mahmut’un altında kalan Şehzade Çelebi, dilsiz cellâtlar tarafından boğdurulmak suretiyle ortadan kaldırılıyor ve böylece Kanuni Sultan Süleyman evlat katili oluyordu. Ne var ki Kanuni Sultan Süleyman bununla yetinmiyor kendisine karşı ayaklanan ve zoru görünce İran’a kaçan oğlu Şehzade Beyazıt, İran Şahı’nın da Kanuni’ye yaranmak istemesi üzerine, hanımı ve 4 çocuğu ile birlikte boğduruluyordu.
Hürrem Sultan’ın etkisi altında kalarak oğlu Mustafa’yı boğdurtarak ortadan kaldıran Kanuni Sultan Süleyman bununla yetinmiyor, merhum Şehzade Mustafa’nın küçük yaştaki oğlu Amasya’da anasının kucağından alınarak boğdurulup ortadan kaldırılıyordu. Peki, Şehzade Mustafa’yı yakalayıp cellâtlara teslim eden Zal Mahmut ne oluyor dersiniz? Tabii bu saray hademesi hemen terfi ediyor önce paşa sonra da sadrazam oluyordu. Elbette ki uzun saltanat süresince boğmalar, idamlar devam edecekti. Nitekim Şehzade Murat ve Şehzade Mahmut’un anası Gülfem sultan da haremde boğduruluyordu.
Saltanatın devamı idamlarla kaimdi. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman hiç durmadı, idamlara devam etti. İmparatorluğun güçlü sadrazamı devşirme Pargalı Damat İbrahim boğduruldu (1536), sadrazam Kara Ahmet Paşa’nın boynu vuruldu. Keza Hint denizindeki başarısızlığı bahane edilerek büyük denizci Piri Reis boynu vurularak ortadan kaldırıldı. Kaptan-ı Derya Cafer Bey ile arkadaşları da öldürüldü, Ferhat Paşa ve Defterdar İskender Çelebi idam edildi. Şehsuvaroğlu Ali Bey ile oğulları, Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa ve Reis-ül Küttap Haydar da öldürüldü.
Bu kadar çok insanı boğdurtan, idam ettiren ve değişik şekillerde öldürten adam elbette ki eceli ile ölecekti, öyle oldu ama tarihe evladını öldüren ikinci padişah olarak adını yazdırdı.
Osmanlı İmparatorluğunun on birinci Padişahı II. Selim (Sarı Selim) (1566-1574) eline kan bulaşmayan Padişahlardan biri olarak eceli ile dünyadan göçtü.
Osmanlı İmparatorluğu tahtına geçen III. Murat (1574-1595) Padişah olarak biat aldıktan sonra beş kardeşini, ileride saltanatıma göz koyarlar düşüncesi ile boğdurtuyordu. Şehzade Mustafa, Şehzade Süleyman, Şehzade Cihangir, Şehzade Osman ve Şehzade Abdullah ağabeyleri III. Murat’ın emirleri ile cellâtlara teslim edilerek boğduruluyordu. Boğdurulan bu şehzadelerin yine de şansları vardı. Çünkü babaları II. Selim’in (Sarı Selim) cenazelsi ile birlikte cenazeleri görkemli bir törenle saraydan çıkarılıp götürülüyordu.
III. Murat’ın duracağı yoktu, bu defa üvey kardeşleri üzerine gidiyor ve onları da halletmeliyim diyerek iki üvey kardeşi Şehzade Mehmet ve Şehzade Mahmut, cellâtların elinde yağlı ilmikle boğdurulmak suretiyle tarih sahnesinden uzaklaştırılıyorlardı.
III. Murat sadece öz ve üvey kardeşlerini boğdurtmakla kalmıyor Sadrazamlardan Sokullu’nun kuzeni Budin Valisi Mustafa Paşa’yı da idam ettiriyordu. Eceli ile ölen III. Murat ayrıca bir rekorun da sahibiydi. Tarihçilerin yazdıkları yanlış değilse III. Murat’ın bir söyleme göre 104, bir söyleme göre de 114 çocuğu vardı.
III. Mehmet (1595-1603), III. Murat’ın oğlu olarak tahta çıktı ama ne çıkma! Padişah olarak biat alır almaz işe koyuldu ve aynı gece; Şehzadeler Selim, Beyazıt, Mustafa, Osman. Cihngir, Abdullah, Abdurrahman, Hasan, Ahmet, Yakup, Alemşah, Yusuf, Hüseyin, Korkut, Ali, İshak, Ömer, Alaüddin ve Davut olmak üzere 19 erkek kardeşini boğdurttu. Bazı tarihçilere göre, bununla yetinmeyip ayrıca 20 kız kardeşini de boğdurtarak ortadan kaldırdı. Elbette ki boğdurmalar, öldürmeler devam edecekti. Nitekim babasının cariyelerini unutmadı ve babasından hamile kalan 17 cariyeyi denize attırarak boğdurttu.
Osmanlı Padişahlarının pek çoğu annelerinin, hanım sultanların etkisi altında kaldığından onların isteklerini yerine getirmekten geri kalmıyorlardı. III. Mehmet, annesi Safiye Sultan’ın (Venedikli Sofi Baffo) isteği üzerine oğlu Şehzade Mahmut’u boğdurtarak öldürtüyor, bununla da yetinmiyor oğlunun annesi Mahpeyker Sultanı (Sinderella Violetta), sonra da oğlunun şeyhini de denize attırarak ortadan kaldırtıyordu. Saray ve aile içini temizledikten sonra boş durmuyor haklı ya da haksız idamlara devam ediyordu. III. Mehmet yaptıkları ile yetinmedi. Başarılı Vezir-i Azam Ferhat Paşa’yı da rakibi Sinan Paşa’nın tahriki üzerine boğdurtarak öldürttü. Sonra Satırcı Mehmet Paşa’yı, Hadım Hasan Paşa’yı ve Sadrazam Yemişci Hasan Paşa’yı, halka zulüm ediyor iddiasıyla da Hüseyin Paşa’yı idam ettirdi. III. Mehmet’in idam ettirdikleri arasında Babüssaade Ağalarından Gazanfer Ağa ile Osman Ağa da payını aldı.
III. Mehmet öz oğlunu öldürten üçüncü Osmanlı Padişahı olarak eceli ile dünyadan ayrıldı.
III. Mehmet’in ölümü ile tahta çıkarak Padişah olan I. Ahmet’in (l603-1617) ilk işi, büyük yanlışı ortadan kaldırmak oldu. Atası Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı kanunname ile kardeş katline izin veren yasayı kaldırdı. Yerine, Padişah ailesi içinden aklı başında olan en yaşlı şehzade padişah olur sistemini getirdi. Saray içindeki erkekler “Oh” diye nefes aldıklarında başka bir sistemle karşılaştılar: “Kafes sistemi”. Yani, biat alarak tahta çıkan Padişah kendisine rakip gördüklerini “kafese tıkmak” (zindana tıkma/koyma) suretiyle hayatlarını zehredecekti. Bir kafes içinde kalacak, hapis hayatı yaşayacak, yemek verirlerse yiyecek, su verirlerse içecek ve gün dolduracaklardı. Padişah’ın keyfine kalmıştı, insaflıysa eğitimleri için adam görevlendirecek, yetişmelerine izin verilecekti. Onurlu olanların bu haliyle kafeste yaşamaları elbette ki zordu ve onları perişan edecekti. Ölmeyeceklerdi ama bir kısmı mecnun, bir kısmı deli olacak ama sıraları geldiğinde koskoca bir İmparatorluğa hükmedeceklerdi.
Padişah I. Ahmet aile bireylerine dokunmadı ama veziriazamlardan telef ettikleri oldu. Örneğin; Sadrazam Derviş Paşa’yı makamında bizzat kendisi öldürmüş ve kafasını hançerle kesmiş sonra da adettendir diyerek kadınları ile birlikte çocuklarını öldürtüp bütün servetine el koydurmuştur. Keza Sadrazam Lala Mehmet Paşa ile Sadrazam Nasuh Paşaları öldürtüp para ve mal varlıklarına el koydurmuş, Tırnakçı Hasan Paşa’yı da öldürterek ortadan kaldırmıştır.
Padişah I. Ahmet döneminin en önemli olayı, Kuyucu Murat Paşa’nın sadrazam olmasıdır. Kuyucu Murat Paşa, itaatsizlik ediyorlar diye Anadolu’da suçlu-suçsuz 40 bin Alevi ürkmen’i öldürterek çukurlara doldurması I. Ahmet’in hesabına yazılan ağır bir faturadır. Bazı tarihçiler Kuyucu Murat Paşa’nın öldürttüklerinin yüz bini aştığını yazar. Kuyucu Murat Paşa tarihçi Naima’ya göre küçük bir çocuğun öldürülmesini emreder. Cellâtlar çocuğa acıyıp geri çekilince paşa diğer hizmetlilerden çocuğu öldürmelerini ister. Onlarda istekli olmayınca Kuyucu Murat Paşa küçücük çocuğu kaptığı gibi kuyunun yanına götürür ve hiç acımadan başını keserek gövdesi ile birlikte kuyuya atar. Öldürttüklerini kuyuya attırması nedeni ile Murat Paşa’ya “Kuyucu Murat Paşa” denildi.
On üç yaşında henüz sünnet olmadan biat alarak Padişah olarak tahta çıkan I. Ahmet 27 yaşında eceli ile öldü.
Birinci Mustafa (Birinci saltanatı: 1617-1618; İkinci saltanatı: l622-1623)) iyi eğitim görmesine karşın deliydi. Buna rağmen I. Ahmet’in oğlu Şehzade Genç Osman’ın çok genç olması nedeni ile devlet ricalinin tensipleri üzerine biat alarak Padişah oldu. Padişah olmak istemeyen I. Ahmet bu görevde fazla kalmıyor ve devlet işleri ile ilgilenmediği için üç ay sonra tahtını terk ediyordu. Ne var ki yerine Padişah olan Genç Osman’ın öldürülmesi üzerine ikinci defa Padişah oluyor ve bir buçuk yıl saltanatta kaldıktan sonra deli olması nedeni ile Şeyhülislâm Yahya Efendi ve devlet erkânının anlaşmaları sonucu tahttan indiriliyordu. Böylece I. Mustafa tahttan indirilen ikinci padişah oluyordu. I. Mustafa’nın çocuğu olmadığı gibi ve eli de kana bulaşmadı.
Osmanlı tarihinde isminden en çok bahsedilenlerden biri olan II. Osman (Genç Osman (1618-1622) amcası I. Mustafa’nın tahttan indirilmesi üzerine Padişah oldu. Osmanlı Padişahlarının en şanssızlarından biriydi. Yenilikçiydi bu nedenle de çok eziyetler çekti. Yeniliği istemeyen devlet erkânı ile başa çıkamadı ve hacca gitmek istemesi bahane edilerek kayınpederi de olan Şeyhülislâm Esat Efendi’nin “Padişahların hacca gitmesine gerek yoktur” fetvası üzerine yeniçeriler ayaklandı. Pek çok saray erkânı Yeniçeriler tarafından öldürüldükten sonra Padişah Genç Osman’ı ele geçirip Yedikule zindanına attılar. Zindanda üzerine çullanan sekiz cellâtla boğuşmasına rağmen yıkılmadı ama Cebecibaşı’nın bir fırsatını bulup hayalarını sıkması üzerine gücü tükenip bayılınca fırsatı kaçırmayanlar Genç Osman’ı boğarak öldürdüler. Cebecibaşı ölüm nişanesi olarak Genç Osman’ın kulağını kesip yeni Padişah IV. Murat’ın annesi Kösem Sultan’a gönderdi gönderdi.
Her ne kadar bir yazar Genç Osman’ın kardeşlerinin en büyüğü olan 16 yaşındaki Mehmet’i boğdurttu. Boğdurulacağını anlayan Mehmet, ağabeyi Genç Osman’a şöyle bir bedduada bulundu: “Osman, Allah’tan dilerim saltanatın berbat olsun. Beni yaşamımdan mahrum ettiğin gibi sana da yaşamak nasip olmasın”. Nitekim beddua tutmuş olacak ki Genç Osman’ın ölümü feci bir şekilde oldu.
Genç Osman tahttan indirilen ve öldürülen üçüncü Padişah olarak bilinir. Aynı zamanda yeniçeriler tarafından öldürülen ilk Padişahtır.
Birinci Ahmet’in oğlu olan IV. Murat (1623-1640) tahta çıktığında on bir yaşında bir çocuktu. Bunu fırsat bilen annesi Kösem Sultan, oğlu adına ülkeyi uzun süre yönetti. Annesi Kösem Sultan’ın etkisi ile yönetilen ülkenin ne gibi güçlüklerle karşılaştığını gören genç Padişah IV. Murat, katledilen ağabeyi Genç Osman’ın durumuna da şahit olduğu için çok sert ve asabi bir mizaca sahip olmuştu. Duruma müdahale etmeliyim diyerek, yirmi bir yaşında annesi Kösem Sultan’ı yanından tamamen uzaklaştırıp devlet yönetimini eline aldı. IV. Murat hiç affedici olmadı. Rüşvet alanı, vereni, hata yapanı, görevini yerine getirmeyenleri acımasızca cezalandırdı.
Genç Padişah IV. Murat da öldürme olaylarının içine hızlı girdi. I. Ahmet’in kardeş katlini yasaklaması da yarar sağlamamış olacak ki Revan Seferine çıkarken kardeşleri Şehzade Beyazıt ile Şehzade Süleyman’ı, Bağdat seferine çıkarken de kardeşi Şehzade Kasım’ı boğdurttu.
IV. Murat Bağdat’ın düşmesini yalan söyleyerek saklayan Kemankeş Ali Paşa’yı öldürttü. İsyan eden yeniçerilere istedikleri Hafız Ahmet Paşa’yı teslim etmekte tereddüt etmedi. Hafız Ahmet Paşa yeniçeriler tarafından parçalanarak öldürüldü. Tokat’ta bulunan Hüsrev Paşa’yı öldürttü, paşanın kesik başı İstanbul’a padişaha gönderildi. Sadrazam Topal Recep Paşa saraya çağırılıp Padişah’ın önünde cellâtlar tarafından boğulmak suretiyle idam edildi. Kesilen başı sarayın hümayün kapısı önünde teşhir edildi. IV. Murat, paşa kıyımlarına devam etti ve İlyas Paşa’yı kendi önünde ve istavroz karşısında idam ettirdi. Erzurum’da Ermenilerden rüşvet aldığı iddiası ile Abaza Mehmet Paşayı idam ettirdi, Demirkazık Halil Paşa’yı boğdurttu, Tabanıyassı Mehmet Paşayı katlettirdi. Revan seferine giderken kendisini karşılayan Manisa sancakbeyi Dudu Hasan Paşa’yı verdiği emri yerine getirmediği için katlettirdi. Ayrıca Çeleboğlu Ali Paşa, Sivas’ta Keskinli Ali Paşa, Erzurum’da Bahisnili Ali Paşa ve Bosnalı Osman Paşaları katlettirdi.
IV. Murat idamlara, öldürmelere devam edip durdu. Sivas’ta Bostancı Başının derisi yüzülerek öldürüldü. Sakabaşı Işık Yahya ve Konya’da Koca Gürcü Osman’ı katlettirdi. Galatalı Çelebinin boynunu vurdurdu. Konya ayanından Karayılan lakaplı iki kardeşi katlettirdi. İzmir Kadısı Mehmet Efendi ile Karaağaç kadısını öldürttü. Konya Kadısı Şehla Mehmet Efendi’yi Pazar yerinde astırmak suretiyle cezalandırdı.
IV. Murat ağabeyi Genç Osman’ın öldürülmesine şahit olmuştu. Bunu unutamadığından ağabeyi Genç Osman’ın ölümünden sorumlu tuttuğu herkesi idam ettirdi.
Katletmeler, idamlar, boğdurmalar sadece devlet adamları ile paşalara olmadı. Örneğin; Anadolu’da isyan girişiminde bulunan Deli İlahi İstanbul’a getirtilerek katledildi. Rüşvet alan Yeniçeri Kâtibi Osman Efendi katledildi, Gümrük Emini Mehmet Çavuş ile Sır Kâtibinin boyunları vuruldu. İbreti alem olsun diye yakalanan iki casustan bir çarmıha getirilip başı kesildi ve pazarda dolaştırıldı, diğeri çengele vuruldu. Dünya’da ilk füze denemesini yapan Lagari Hasan Çelebi ile ilk uçuş denemesi yapan Hazerfen Ahmet Çelebi gibi iki önemli bilim adamını da idam ettirdi.
Bir başka ibretlik olay Şair Nefi olayıdır. Şair Nefi devlet adamlarını ve bozuk düzeni eleştirdiği için idam edilip cesedi Sarayburnu’ndan denize atıldı.
Çok hareketli olan IV. Murat İmparatorlukta var olan bozuk düzeni, rüşvet ve suistimali sert karar ve uygulamalarla düzeltti ama genç yaşta yatağa düştü. Son nefesini vermeden, devlete zarar vermemesi için deli olduğunu bildiği kardeşi Şehzade İbrahim’in öldürülmesini emretti. IV. Murat’ın bu isteği yerine getirilmedi ve 28 yaşında hayata veda ettikten sonra öldürtmek istediği Şehzade İbrahim Padişah oldu ama deli olarak!
I. İbrahim (1640-1648) on sekizinci Padişah olarak biat alıp tahta çıkarken hiç güçlük çekmedi. Çünkü IV. Murat şehzadeleri öldürterek ortadan kaldırmıştı. Ne var ki kardeşleri IV. Murat tarafından öldürüldüğü için devamlı korku içinde yaşadı. IV. Murat’ın ölümü ile kendi kurtuldu ama elinden paşalar yakasını kurtaramadı. Revan seferinde kaleyi savaşmadan teslim eden Emingüneoğlu Tahmasb Kulu Han önce vezirlik rütbesi verilerek paşa yapılmış ve ismi de Yusuf olarak değiştirildikten sonra bölücü ve yıkıcı faaliyette bulunduğu iddiası ile idam edildi. İdamdan sonra Padişah Deli İbrahim hatalı olduğunu anlayınca pişman oldu ve “yazık ettim” dedi ama artık iş işten geçmiş oldu!
I. İbrahim’e” Deli İbrahim” ve “Sultan İbrahim” de denilmektedir. Deli İbrahim idamlara devam eder ve Kemankeş Kara Mustafa Paşa ile sadrazam Salih Paşa’yı da idam ettirir. Yeniçerilerin başlayan isyanı büyük boyutlara varınca, isyancıların istedikleri Ahmet Paşa yeniçerilere teslim edilir. Yeniçeriler tarafından parça parça edilen Ahmet Paşa’ya da ”Hazerpare Ahmet Paşa” denilir. Ne var ki bu isyan Padişah Deli İbrahim’in sonunu hazırlar. Sadrazam Mehmet Paşa ile isyancılardan yana olan Şeyhülislâm ikilisinin karar ve fetvası ile Sultan Deli İbrahim boğdurularak öldürülür.
Sultan I. İbrahim tahttan indirilen dördüncü, öldürülen ikinci Padişahtır.
On dokuzuncu Osmanlı Padişahı IV. Mehmet (Avcı Mehmet) (1648-1687) biat alıp tahta çıktığında 7 yaşında bir küçük çocuktu. Çocuk olduğu içindir ki annesi Turhan Sultan yönetimde etkili olmuş oğlu adına Osmanlı Devletini yönetiyordu. Nitekim dokuz yaşındaki Padişah IV. Mehmet, kendisini öldürtmek isteyen babaannesi Kösem Sultan’ın öldürülmesine annesi Turhan Sultan’ın etkisi ile ”olur” veriyor, Turhan Sultan da bir gece ansızın dairesini bastırıp Kösem Sultan’ı perde ipi ile boğdurarak ortadan kaldırıyordu.
Sanki kesin kuralmış gibi IV. Avcı Mehmet de idamlara, boğdurmalara devam eder. Sadrazam Sofu Mehmet Paşa’yı, Tarhuncu Ahmet Paşa’yı, İpşir Mustafa Paşa’yı idam ettirdi. Bunlarla da yetinmedi ve eski sadrazamlardan Sarı Süleyman Paşa’yı da idam ettirdi ve Süleyman Paşa’nın kesik başını yeniçerilere gösterdi. Sadrazam Kara İbrahim Paşa önce Rodos’a sürüldü. Paşa’dan kese kese altın alındıktan sonra boğdurularak öldürüldü. Budin Beylerbeyi İhsan Paşa, Telhisçi İsmail Ağa, Kızlar Ağası Behram Ağa, Hacı Bilal Ağa ve Şaban Ağaları da öldürttü.
Ava çok meraklı olduğu ve günlerce avlandığı için IV. Mehmet’e “Avcı Mehmet” denilmiş ve bu isimle anılmıştır. İkinci Viyana kuşatmasının başarısız olması, Estergon, Peşte ve Budin’in kaybedilmesi, Venediklilerin pek çok kaleyi ele geçirmeleri, ordu’nun Mohaç da yenilgi alması üzerine Yeniçeriler ayaklandı. Önce II. Viyana kuşatmasının mimarı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa idam edildi. Bu idamla yeniçeriler tatmin olmayıp ayaklandılar. Bu ayaklanma sonucu IV. Avcı Mehmet tahttan indirildi.
IV. Avcı Mehmet Osmanlı tarihinde tahttan indirilen beşinci padişahtır. IV. Avcı Mehmet tahttan indirilirken isteği yerine getirildi ve kardeşi II. Süleyman Padişah oldu.
II. Süleyman’a (1687-1695) biat edildi ve 20. Osmanlı Padişahı olarak tahta geçti. II. Süleyman iyi tahsil ve terbiye görmesine rağmen Padişahlık kendisine verilirken, bu sorumluluğu ağır olan görevi almamak için çok direndi. Çünkü kırk yıl hapis hayatı yaşamıştı, ürkekti, çekingendi. Bu nedenle Padişah olmak istemiyordu. Ama kaderinde Padişah olmak vardı bundan kaçamadı tahta oturdu. II. Süleyman hep korku ile yaşadı, tedirgin olarak ömrünü tamamlarken elini kana bulamadı. Son iki senesini hasta olarak yatakta geçirdi ve çocuksuz olarak eceli ile hayata veda etti.
Sultan I. İbrahim’in oğlu II. Ahmet (1691-1695) 21. Osmanlı Padişahı olarak kırk dokuz yaşında tahta çıktı ve 51 yaşında öldü. Elini kana bulamayan, sadrazam, paşa ve her hangi bir yetkiliyi ölüme göndermeyen padişahlardan biri olarak eceli ile dünyadan göçtü.
II. Mustafa (1695-1703) Osmanlı tahtına yirmi ikinci Padişah olarak oturdu. Eline kardeş kanı bulaşmadı. Sadrazamlardan sadece Sürmeli Ali Paşa, Kırım Hanını Padişaha karşı tahrik ediyor iddiası ile önce görevden alındı sonra da kafası kesilerek katledildi. Edirne’de oturan ve İstanbul’a dönmeyen Padişah devlet iş ve idaresini Şeyhülislam Feyzullah Efendi’ye bırakmıştı. Ordu bu durumu kabullenemedi, isyan ederek Edirne’ye gitti. Şeyhülislâm öldürüldü, Sultan II. Mustafa tahttan indirildi.
Tahttan indirilen altıncı padişah olan II. Mustafa, tahttan indirildikten sonra çok yaşamadı ve eceli ile öldü.
Osmanlı İmparatorluğu tahtına geçen yirmi üçüncü Padişah olan III. Ahmet (1703-1730), IV. Avcı Mehmet’in oğludur. Eline evlat, amca ve şehzade kanı bulaşmadı. Her ne kadar bazı yazarlar oğlu Şehzade İbrahim’i öldürttüğünü yazsalar da İ. H. Uzunçarşılı, vezirler ile ulema ve diğer yetkililer cenazeyi açıp baktıklarında ölümde kasıt yoktur kararına vardıklarını yazar.
Hanedandan kimsenin kanını akıtmayan III. Ahmet pek çok idam ve ölüm fermanı emri verdi. Sadrazam Çorlulu Ali Paşa idam edildi. Ali Paşa öldürülmeden önce kendisinden iki bin kese talep edildi. “Bir akçesinden vazgeçilmez, vermedikçe buradan kurtulmak yok” denilmiş, Ali paşa isteneni veremeyince ölümle cezalandırıldı. Sadrazam Gürcü Yusuf Paşa Rodos’a sürgün edildi ve orada idam edildi. Kesilen başı da İstanbul’a Padişah’a gönderildi. Sadrazam Hoca İbrahim Paşa, Silahtar Ahmet Paşa’yı öldürünce durumu öğrenen Padişah tarafından mazur görülmedi, boğdurulmak suretiyle cezalandırıldı ve parasına, malına mülküne el konuldu.
Patrona Halil İsyanı pek çok ölümü arka arkaya getirdi. İsyancıların isteği üzerine Nevşehirli Damat İbrahim Paşa boğdurularak öldürüldü, cesedi öküz arabasına konularak isyancılara gönderildi. İsyancılar cesedi parça parça ettiler. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile birlikte isyancıların istediği 37 kişinin hepsi idam edildi ve cesetleri isyancılara teslim edildi. Buna rağmen isyancılar tatmin olmadı ve III. Ahmet’in tahttan indirilmesini istediler. III. Ahmet kendisi ve ailesine zarar verilmemesi durumunda tahtan çekileceğini bildirdi. İsteği yerine geldi ve tahttan çekildi. III. Ahmet tahttan zorla indirilen yedinci padişah olarak kayda geçti.
Yirmi dördüncü Osmanlı Padişahı olarak tahta çıkan I. Mahmut (1730-1754), II. Mustafa’nın oğlu, III. Ahmet’in yeğenidir. Patrona Halil’in başlattığı isyan sonucu tahta çıktı ama Patrona Halil ile olayın elebaşlarını affetmedi ve isyanı başlatan Patrona Halil ile arkadaşlarını öldürterek cezalandırdı. Birinci Mahmut, hanedanın erkeklerine dokunmadı ama amcası olan III. Ahmet’in kızı, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın karısı Fatma Sultan’ı boğdurarak cesedini Sarayburnu’ndan denize attırdı. Patrona Halil İsyanını başarı ile bastıran Sadrazam Kabakulak İbrahim Paşa’yı katlettirdi, vücudu Resmo’ya, başı da İstanbul’a getirildi. Darüssaade Ağası Hafız Beşir Ağa ile adamlarını Kızkulesinde boğdurttu.
Birinci Mahmut 58 yaşında, Cuma namazından at sırtında dönerken vefat etti ve arkasında çocuk bırakmadan dünyadan göçtü.
Osmanlı İmparatorluğunun 25. Padişahı olarak tahta çıkan III. Osman (1754-1757), II. Mustafa’nın oğlu ve I. Mahmut’un kardeşidir. Osmanlı Devletinin şanssız şehzadelerinden biriydi. Çünkü babası öldüğünde 4 yaşında idi. Edirne’den İstanbul’a getirilerek Topkapı Sarayındaki Şehzadegân dairesine (kafese) kapatıldı ve tam 41 yıl bu dairede hapis hayatı yaşadı.
Padişahlık süresi üç yıla yakın olan III. Osman elini kana buladı ve III. Ahmet’in yeğeni Şehzade Mahmut’u boğdurarak ortadan kaldırttı. Ayrıca kendisinden çok şeyler beklediği Veziriazam Bıyıklı Ali Paşa’yı rüşvet aldığı iddiası ile önce hapsettirdi sonra da katlettirdi. Ali Paşa’nın katlinden birkaç saat sonra da “acele ettim, öldürttüm” diyerek pişmanlığını ifade eden III. Osman 58 yaşında eceli ile dünyadan göçüp gitti.
Osmanlı İmparatorluğunun 26. Padişahı olarak tahta çıkan III. Mustafa (1757-1774), babası III. Ahmet’e karşı yapılan Patrona Halil isyanı ile kafese kapatıldı(III. Ahmet 1736 da öldü) ve 27 yıl boyunca kafes hayatı yaşadı. III. Osman’ın vefatı üzerine kafesten çıkarılarak tahta oturtuldu ve kendisine Padişah olarak biat edildi.
III. Mustafa eline saltanat üyelerinin kanı bulaşmadı. O yolu tercih etmedi ama Sadrazam Köse Bahir Mustafa Paşa fazla servet sahibi olması nedeni ile Midilli’ye sürgün edildi. Midilli’ye gittikten birkaç gün sonra başı kesilmek suretiyle öldürüldü ve kesik başı İstanbul’a getirilerek teşhir edildiği gibi malına, mülküne, para ve altınlarına el konuldu. Yağlıkçızade Hacı Mehmet Emin Paşa Serdar-ı Ekrem iken azledildi. Sürüldüğü Dimetoka’ya giderken uğradığı Edirne’de başı kesilmek suretiyle öldürüldü. Devletin baş tercümanı Bogdan prensi Kalimakimade kafası kesilerek idam edildi. III. Mustafa eceli ile ölen Padişahlardan biridir.
Birinci Abdülhamit (1774-1789) Osmanlı İmparatorluğunun 27. Padişahıdır. III. Osman’ın yerine Padişah oldu, Eline haneden kanı bulaşmadı. Yolsuzluk ve darbe yapmayı planlamakla suçlanan Sadrazam Halil Hamit Paşa Gelibolu’ya sürgüne gönderildi. Birkaç gün sonra Bozca Ada’ya götürüldü ve burada kafası kesilmek suretiyle idam edildi. Kesik başı ise İstanbul’a getirildi.
Birinci Abdülhamit eceli ile öldü.
Üçüncü Selim (1789-1807) yirmi sekizinci Osmanlı Padişahıdır. Amcası I. Abdülhamit’in iyi niyeti sonucu kafes hayatı yaşamadı, iyi yetiştirildi. I. Abdülhamit’in vefatı üzerine tahta çıkarak padişah oldu. Bir dizi yeniliklerle dikkat çekti. Nizami Cedit ordusunu kurunca, yeniçeriler Kabakçı Mustafa’nın önderliğinde isyan ettiler. İsyancıların isteği üzerine III. Selim Nizam-ı Cedit ordusunu lağvettiği gibi tahtını da terk etti. Yerine amcasının oğlu IV. Mustafa geçer geçmez III. Selim’i kafese/zindana gönderdi. III. Selim’i tekrar Padişah yapmak için Alemdar Mustafa Paşa’nın İstanbul’a geleceği duyulunca IV. Mustafa’nın emri ile III. Selim önce boğduruldu, sonra da hançerlenerek öldürüldü. Böylece kan dökmeden öldürülme geleneği de bozulmuş oldu.
Sadrazam Rusçuklu Çelebizade Şerif Hasan Paşa III. Selim’in fermanı ile Şumnu’daki kışlık karargâhında idam edilerek öldürüldü.
III. Selim tahttan zorla indirilen sekizinci, öldürülen dördüncü Osmanlı Padişahıdır.
IV. Mustafa (1807-1808) III. Selim’in tahttan indirilmesi ile tahta geçti ve Padişah olarak kendisine biat edildi. Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. Padişah’ıdır. IV. Mustafa, Alemdar Mustafa Paşa’nın III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak için İstanbul’a gelmekte olduğunu öğrenince Şehzade Mahmut ile III. Selim’in öldürülmelerini emretti. III. Selim hem boğduruldu ve hem de hançerlenerek öldürüldü. Şehzade Mahmut ise cariye ve hademeler tarafından kaçırılarak kurtarıldı.
Umumi Bahriye Nazırı Hacı İbrahim Efendi, Mabeyinci Ahmet Muhtar Bey ve Sır Kâtibi Ahmet Faiz Efendi IV. Mustafa’nın emri ile öldürüldüler,
IV. Mustafa, Alemdar Mustafa Paşa tarafından tahtından indirildi yerine kardeşi II. Mahmut Padişah oldu. IV. Mustafa tahttan indirildikten sonra yeni Padişah II. Mahmut’un emriyle boğularak öldürüldü. Tahttan indirilen dokuzuncu ve öldürülen son Osmanlı Padişahıdır.
Osmanlı İmparatorluğunun 30. Padişahı olan II. Mahmut (1808-1839) Alemdar Mustafa Paşa’nın tahttan indirdiği IV. Mustafa’nın yerine Padişah oldu. İlk işi kendisini öldürtmek isteyen IV. Mustafa’yı boğdurtmak oldu, Sadrazam Benderli Ali Paşa bir haftalık sadrazam iken Yunan yanlısı iddiası ile idam edildi. Benderli Ali Paşa Osmanlı İmparatorluğunda idam edilen son sadrazamdır.
Padişah II. Mahmut eceli ile öldü.
Osmanlı Devletinin 31. Padişahı olan I. Abdülmecit (1839-1861) 16 yaşında tahta çıktı. I. Abdülmecit demokrasiye geçiş olarak kabul edilen Gülhane Hattı Hümayünü (Tanzimat Fermanı) ilan eden Padişahtır. Kuleli Vakası olarak anılan olay ile Padişahlıktan düşürülmek istendi ise de komple önlendi. Suçlular yakalandı, mahkemeleri Kuleli’de yapıldı ve suçlulara çeşitli cezalar verildi. Cafer Dem Paşa cezalandırılmak için Kuleli Kışlasına görülürken kayıktan denize atlayarak intihar etti.
Birinci Abdülmecit, Osmanlı Devletinin son dört padişahının (IV. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet Reşat ve VI. Mehmet Vahdettin) babası olup genç yaşta veremden öldü. Eline haneden kanı bulaşmayan padişahlardan biridir.
Osmanlı İmparatorluğunun 32. Padişahı olan Sultan Abdülaziz (1861-1876) 31 yaşında biat alarak tahta geçti. İleri görüşlü, yenilikçi ve batıya dönük bir padişahtı. Devletin eyaletlerinden başka yurt dışına giderek yabancı devletleri ziyaret eden ilk padişahtır. Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan’ı ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında İngiliz Kraliçesi Victoria, Belçika Kralı II. Leopald, Prusya Kralı I. Wilhem, Avusturya-Macaristan İmparatoru Fraçois-Josep ve Romanya Prensi Karol ile görüştü.
Balkan isyanları, Karadağ, Eflak-Buldan olayları, Birleşik Romanya’nın doğuşu, Türk Ordusunun Sırbıstan’dan çekilmesi, Mısır Hidivliğinin özerklik haklarının genişletilmesi, borçlar ve nihayet Hersek ve Bulgar isyanları I. Abdülaziz’i çok zor durumlara düşürdü ve darbe ile tahttan indirildi. Feriya Sarayında gözaltında bulunduğu sırada bileklerinden damarları kesilmiş olarak ölü bulundu.
Sultan Abdülaziz darbe ile düşürülen on birinci Padişah olup eli hanedan kanına bulaşmamıştır.
Osmanlı Devletinin 33. Padişahı olarak tahta çıkan V. Murat’ın (1876/1876 üç ay) akli dengesi yerinde olmadığı için sadece üç ay tahtta kaldı. Bazı gruplar tarafından tekrar Padişah yapılmak istendiyse de sonuç vermedi.
V. Murat eli hanedan kanına bulaşmayan, tahttan indirilen on ikinci padişah olup eceli ile terki dünya eyledi..
Osmanlı İmparatorluğunun 34. Padişahı olan II. Abdülhamit’in (l876-1908), verdiği buyruk ve şeyhülislam fetvası ile sadrazam öldürülmesine son verildi ama buna pek uyulmadı. Mithat Paşa uzun süre devlete vali ve sadrazam olarak görev yaptı. IV. Murat’ın tahttan indirilerek II. Abdülhamit’in tahta çıkmasına yardımcı oldu. Ama çeşitli bahaneler ileri sürülerek mahkemeye verildi. Yıldız’da kurulan mahkemede yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı. II. Abdülhamit tarafından idam cezası Taif’e hapis cezasına çevrilerek sürgüne gönderildiyse de Taif hapishanesinde boğdurulmak suretiyle öldürüldü. Aynı şekilde Taif’te bulunan Mahmut Paşa’da öldürüldü. II. Abdülhamit’in kontrol amaçlı gönderdiği müfettişler Mithat Paşa’nın mezarını açtırarak öldürüldüğünü ispatlamak için başını gövdeden ayırtıp Padişaha gönderdiler.
II. Abdülhamit tahttan darbe ile indirilen on üçüncü Padişah olup eceli ile ölmüş olup, eline haneden kanı bulaşmamıştır.
V. Mehmet Reşat (1909-1918) Osmanlı Devletinin 35. Padişahıdır. II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ile Padişah oldu. Eline haneden kanı bulaşmayan Padişahlardan biridir, eceli ile öldü.
Osmanlı İmparatorluğunun 36. Padişahı olan VI. Mehmet Vahdettin (1918-1922) eline hanedan kanı bulaşmamıştır. VI. Mehmet Vahdettin Balkan Savaşlarını, I. Dünya Savaşını, Ulusal kurtuluş Savaşlarını yaşamış ama ne yazık ki sırf taht ve saltanatını koruyabilmek için işgalcilerden yana tavır almış, ulusal kurtuluş savaşı zaferle sonuçlandıktan sonra İngilizlere sığınarak Malaya Zırhlısı ile yurtdışına kaçarak ülkesini terk eden ilk padişah olmuştur. Eceli ile öldü.
İŞTE bir imparatorluk böyle devam etti. Son nefesini 622 yıl sonra verdiğinde yepyeni bir devletin ismi çıkmıştı ortaya Türkiye Cumhuriyeti.
Artık hiç kimse kulun kulu değildi. Herkes aynı haklara sahipti. Bir yanlışlık, bir hata varsa, bir suç islenmişse kanunlar vardı. Adalet mülkün temeli, bağımsızlık kayıtsız şartsız milletindi, kendini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi kabul edenlerin değil!
+ + +
KAYNAKÇA
Akerman, Mehmet Tansu : Osman Gazi’den Mustafa Kemal’e, İst. 2008.
Akgündüz Ahmet, Öztürk, Sait: Bilinmeyen Osmanlı.
Altınay, Ahmet Refik : Kabakçı Mustafa, İst. 2005.
Aşık Paşa Zade Tarihi.
Bozkurt, Prof. Dr. Mahmut Esat: Atatürk İhtilali, İst. 2003.
Meram, Kemal : Padişah Anaları.
Ortaylı, İlter : İmparatorluğun En Uzun Yüz Yılı.
Tektaş, Nazım : Sadrazamlar Osmanlı’da İkinci Adam Saltanatı. İst. 2009,
Sertooğlu, Mithat : Paşalar Şehri İstanbul, İst. 1991.
Şentürk, Nazır : Babiali Sadrazamları, İst. 2007.
Zelyut, Rıza : Osmanlı’da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler, İst. 2010.
MAKALELER:
Altan, Çetin : Tarihin Korkunç Yüzü. Öldürülmüş Şehzadeler ve Devrilmiş Padişahlar. Makale. (Tefrika).
Altan, Çetin : Siyaset Kavgalarında Kan ve Şehitlik Edebiyatı
- - - : Yüksekliği Ayasofya’dan Kısa Oldu Diye Mimarının Eli Kesildi (Vatan).
- - - : Ayasofya’yı Camiye Çeviren Fatih’in Bazı Torunları “Papalık Prensi” oldular. Makale (Hürriyet Gazetesi)
- Akgündüz Ahmet, Öztürk, Sait: Bilinmeyen Osmanlı.
- Bardakçı, Murat : Hürriyet Tarih Dergisi.
- Bardakçı, Murat : Ulema, Devletin İşine Geldiği Zaman Baştacı, Gelmezse Cellat Malıydı. Makale (Hürriyet Gazetesi)
- Bardakçı, Murat : Ayakta Dinlenecek Liste, Makale. (Tercüman Gazetesi).
- Bardakçı, Murat : Hırsız Sadrazamı Önce İşkenceyle Konuşturur, Sonra Cellata Veriyorduk. Makale (Hürriyet Gazetesi)
- Bardakçı, Murat : Bekir Ağabey! Şehzadelerin Kafalarını Kesmez, Yağlı İlmikle Yahut Kuşakla Boğardık. Makale (Sabah Gazetesi).
- Kemal, Mehmet : Padişah Katil mi? Makale, (Cumhuriyet Gazetesi)
- Sarıer, İlker : Siyasette Kadın Parmağı.
ANSİKLOPEDİLER
İslam Ansiklopedisi
Büyük Osmanlı Tarihi. (Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal)
Meydan Larus
Büyük Osmanlı Tarihi. (Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı)
İstanbul Ansiklopedisi.
SARIYER ON KİŞİ!
Yazan: İbrahim Balcı Sarıyer altın kadar kıymetli üç puan alırken çok düşündürdü! Takımın iyi oynaması için on kişi mi kalması lazım! Elbette ki hayır! Böyle bir kural da yok. Ama genellikle böyle oluyor.
Sarıyer, güçlü rakibine karşı maça iyi başladı. Son haftalarda alınan kötü sonuçlarla morali hayli bozulan Sarıyerli futbolcuların kötü gidişe bir “dur” diyecekleri inancını taşıdıklarını gördük. Maçtan bir saat önce sahaya çıktılar, fevkalade güzel ısındılar, ön hazırlığı iyi yaptılar. Kenar yönetimle iyi diyalog kurmaları da dikkat çekti!
Efecan’ın cezasının tamamlanması ve takımdaki yerini alması büyük bir moral ve güç oldu takım için. Lacivert-beyazlı ekibin vazgeçilemeyeceklerinden biri olduğunu gösterdi. Sarıyer göz duyurucu bir futbol oynadı. Savunmasını sağlam tuttu, orta alanda yığılmalar zamanında oldu, Sinan Efecan ikilisinin rakip defans üzerine ısrarla gitmeleri oyunu güzelleştirdi. Sarıyer genç bir kadro, daha iyi olmaları için biraz daha birlikte oynamaları gerekir.
Sarıyer maç boyu rakibine gol fırsatı vermedi. Yani rakip forvet Sarıyer kalesini son on dakika hariç zorlamadı. İlk yarıda Efecan’ın nefis ortasına yükselen Sinan’ın şık golü ile 10. dakikada öne geçen Sarıyer bu skoru korumayı bildi. Sarıyer defansında aksamalar olsa da rakibe fırsat vermedi. İlk yarıda Egemen hayli aksadı, orta alanda çok mücadele etmesine rağmen Barış pek işi işler yapamadı.
Sarıyer ikinci yarıda on kişi kaldıktan sonra çok iyi oynamaya başladı. Maçı kazanmaları için futbolcuların iki kişilik oynamaları gerekiyordu, öyle oldu! Efecan iki kişilik, Sinan üç kişilik futbol oynadı. Hasan oyundan çıkana kadar bugüne kadar ki en iyi futbolunu oynadı. Egemen takım on kişi kaldıktan sonra cansiperane bir futbol oynadı. Emre yerine alıştı. Atahan da yorulana kadar iyi görev yaptı ama erken yoruldu. Çok çalışan M. Akif gereksiz yere topa elle müdahale ederek takımını on kişi bıraktı. Semih’in üzerine düşmek gerekir. Mükemmel bir fiziği var, çok hırslı, topa hâkim ne yapacağını da biliyor ama zamanlamada hataları var. Örneğin ikinci yarıda on dakika içinde arka arkaya dört beş pas hatası yaptı ki affedilir değildi. Ama Sadi hoca onu oyunda tutarak ona hem moral ve hem de biraz daha takıma adapte olma şansı tanıdı. İyi de etti. Üzerinde durulması, yani kendisine devamlılık tanınması halinde vazgeçilemeyecek bir adam olabilir.
Ethem ile Sinan’a ayrı paragraf açmak gerekir. Ethem, oyunda olduğu sürece ona gol atmak zor. Yeter ki kendisini arzu dolu şekilde oyuna versin. Bugün o görünümde idi. İlk yarıda çok tehlikeli bir orta, ikinci yarının sonlarında yine çok tehlikeli iki orta, bir frikik ve iki köşe vuruşunda yerinde müdahalelerle kendisini kanıtladı. Sinan’a gelince müthiş mücadele gücü ve azmi ile takımını sırtlayıp taşıyan adamdı. Bu performansını devam ettirmesi halinde takımını üst sıralara taşıması hiç de zor olmaz. Omuzlara alınacak kadar görkemliydi bu maçta! Yapabileceğim tek şey tebrik etmek!
Sadi hoca zamanında ve yerinde oyuncu değişikliği yaptı. Önemli olan topu orta alanda tutmak ve skoru korumak, ani ataklarla da gol bulmaktı. On kişilik Sarıyer üç gol fırsatı da buldu ama değerlendiremedi. Efecan çok mücadele etti, yoruldu ve yıprandı. Keza Hasan da yorgunluk nedeni ile oyundan alında, Barış ise yorgunluktan mı nedir, bir ara ne yaptığını bilemez hale gelince oyundan alındı. Nedense kendisinden çok şeyler beklenen Burak maçın heyecanı içinde boğulup gitti. Ahmet Özsülün’ü tanıyan bir kişi olarak çok ümitliydim. Ama çok şeyler kaybetmiş, yazık. Gökhan Kalkan ise hayli ilerleme kaydetmiş.
Sarıyer’in puan kaybetmeye tahammülü yok. Gelecek hafta BAY. Sonraki haftalarda Sarıyer’in altı maçı daha var bu maçlardan en azından 10-12 puan alması gerekir ki ligin orta sıralarında yer bulabilsin ve tehlikeli bölgenin üzerinde olsun.
Bir hafta daha geride kaldı. Seyirci çok iyi sınav verdi. Şu çöp kutusunu sahaya atan da “Adam” gibi düşünebilseydi de onu atmasaydı, ya da yanındakiler mani olsalardı çok daha iyi olacaktı. Acaba çöp kutusunu sahaya atan gelecek cezayı ödeyecek mi? Elbette ki hayır! O halde niçin kulübüne kötülük yaparsın be adam!
Gençler! “Gençiliğimin ….. koydun“ sözleri yerine; “Gençliğimi tarumar ettin”, ya da “Gençliğimin içine ettin” veya “Gençliğimi perişan ettin” sözlerini kullansanız ne kaybedersiniz?
SARIYER S.K.NÜN TÜZÜK KONGRESİ
Sarıyer S.K. nün yıllar önce yapılan kullanılmakta olan tüzüğü değiştiriliyor.
İbrahim Bozan’ın başkanlığı döneminde kurulan tüzük komisyonu uzun zamandır
Devam ettirdiği çalışmasını tamamlayıp tüzük taslağını bir ay kadar önce yönetim
Kuruluna sundu. Yönetim kurulu tüzük değişikliği kongresi kararı aldı. 19.11.20ll
Cumartesi günü saat 11.00 de Eyüp Odabaşı binası üst kat salonunda toplanacak.
Tüzükte önemli değişiklikler var. Tüzüğün ilk maddeleri aynen kalıyor. Ancak
Genel kurulların iki yılda bir yapılması, yönetim kurulu üye sayısının 15 ‘şe indirilmesi,
Görev bölümlerinin yeniden tanzimi, üye kayıtlarının gözden geçirilmesi, kayıt süreleri,
İktisadi işletme kurma, şirket kurma, ticari işletmelere ortak olma, borçlanma, sandıklar
ve vakıflar kurmak, kurulmuş olanlara katılmak, yüksek divan kurulu, divan yürütme kurulu,
bu kurulların görev çalışma yöntemi gibi pek konu gibi pek çok değişiklik görüşülüp
karara bağlanacak.
Toplantıda çoğunluk sağlanamazsa, ikinci toplantı 26.11.2011 tarihinde aynı yerde
Yapılacak.
+ + +
GENEL KURUL
Sarıyer Yeni Merkez Camii olağan genel kurulu 19.11.2011 cumartesi
günü saat 11.00 de cami alt kat salonunda toplanacak ve yeni yönetim kurulunu
seçecek . Çoğunluk sağlanamadığı takdirde toplantı 26.11.2011 günü aynı yer ve
saat de yapılacaktır.
SARIYER SEYİRCİSİ
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer son lig maçında kendi sahasında Fethiye’ye yenildi ve üç puan kaybetti. Maçtan sonra, takımın ve oynanan futbolun eleştirisini yaptım. Eleştirimin ana konusu takım tertibi değil transferlerdi. Alınan futbolcuları eleştirmekten çok, transferlerin yanlışlığı üzerine durmuş ve bunun sorumlusu, öğrendiğimize göre Lemi Çelik demiş ve onu eleştirmiştik. Aslında Lemi Çelik, iki aylık kaos döneminde, eski Başkan Mehmet Akdağ’ın talimatı ile futbolcularla görüş alış verişinde bulunmuş ve durumu seçilen yönetime rapor etmiş, yönetim de elindeki mali imkanlara göre transfer çalışmalarına başlamıştı.
Hata burada idi; değerlendirmeler hatalı veya eksik yapılmış,Ethem ve Hasan’ın dışında hemen hemen bütün elemanlar serbest bırakılarak takımın nüvesi yok edilmişti. Böyle olunca da yeni kadronun oluşturulmasında zorlanılmıştı. İkinci bir husus da mevsim açılışı geç yapılmış, yeteri kadar çalışma ortamı bulamayan takım istenilen şekilde hazırlanamamıştı.
Maddi sorunlar, yepyeni bir kadro ve iyi hazırlanamama!!! Hal böyle olunca ilk başlarda takımın kondisyonu yeterli görülmedi. Ama sonraki haftalarda düzeldi, şimdi takım yenildiği maçlarda bile son dakikaya kadar maça asılıyor. Burada sorun yok! Sorun oynanan kötü futbol ve alınan neticeler. Fethiye maçı kaybedilirken, kötü futbol oynanmış olsa bile topun Sarıyer’i sevmediği de bir gerçek! Sarıyer biraz şanslı olabilseydi maçı koparıp alırdı. Olmadı!
Olan ise yönetime, futbolculara ve Lemi’ye oldu. Hatta takıma hizmet etmekten başka hiçbir günahı olmayan Belediye Başkanı Sayın Şükrü Genç’e oldu.
Seyirci kötü futbol ve kötü skor için futbolcuları yuhaladı, yönetimi istifaya çağırdı, yetmedi Lemi’de istifaya çağırıldı, ağır sözlere taciz edildi. Hiçbir günahı olmayan, her maça gitmeyi ve takıma destek olmayı şeref kabul eden Bel.Bşk. Sayın Şükrü Genç’e neden sataşıldı? Nem imkan sağlayacak hem de çıkıp oynayacak mıydı? Olmadı, hiç olmadı!
Maçı takiben yazdığım yazıda şöyle bir cümle kullandım: “Seyirci deyip geçmemek lâzım, onlara kulak vermek gerekir. Seyirciler önce kötü oynayan takımı yuhaladılar, sonra yönetim istifa dediler ve sonunda Lemi Çelik’e yüklendiler: İSTİFA!”
Bu cümleden sonra kullandığım cümle tamamen yönetim kurulu ve Lemi ile ilintili iken bir kısım taraftar “Haklılar…” kelimesini kendilerini haklı göstermişim, yöneticilere, futbolculara küfür etmelerini haklı görmüşüm/göstermişim gibi algılamışlar, konuşup duruyorlar. Demek ki okuduklarını anlamamışlar. Oysa o yazıda yöneticilerin takım kadrosunu kendilerinin kurmadığı, Lemi Çelik’in yaptığı ileri sürülmüş ve böylece topun ağzında Lemi’nin olduğu belirtilmişti.
Yoksa taraftarın her türlü üzücü olayı yapmaları, küfür kafir etmeleri hakkına sahip olduklarını göstermiyor. Anlatmak istediğim bu!
Benim bildiğim seyirci takımını yalnız bırakmayan, maçın başından sonuna kadar takımını destekleyen; kulak ve göze hoş gelmeyen çirkin söylem ve gösterilerden sakınandır. Haa! Unutmadan yazmak isterim, bir kısım seyircinin maçlara ücret ödemeden girmelerine de aklım hiç ermiyor ya! Maça neden ücret verilmeden girilsin ki! Futbolcuların taksitleri ödenemediğinde hatalı yönetim oluyor da maça girerken ücret ödememek için direnenler veya ücret ödemeden girenler neden eleştirme hakkını kendisinde buluyor? Böyle bir hakları olur mu?
BURUK BAYRAM!
Yazan: İbrahim BALCI
Buruk bir Kurban Bayramı yaşıyoruz. O kadar büyük olaylar arka arkaya geldi ki
akıl alacak gibi değil. Kısa bir özet yaparsak şunları yazarız:
Enflasyon tek rakamlarda söylemleri gazete sayfalarını süslerken, üst üste gelen
zamlarla halk nerede ise bunalım geçirecek duruma geldi.
Seçimlerden bu yana söylenen gelen İntibak Yasası çıkarılacak yerde unutulmaya
terk edildi. Böylece memurun umudu Kaf dağının arkasında kaldı.
PKK terör örgütü ile alabildiğine mücadele verilirken, devletin önemli kuruluşlarından
MİT’in bu ihanet çetesi ile hem de yurt dışında, PKK sivil kanadının hayli etkili olduğu bir
ülkede masaya oturduğu internet sitelerine düştüğü gibi basında da yer aldı. Önce inkâr edildi.
İddiayı ileri sürenler “Şerefsiz”likle suçlandıysa da sonunda olayın doğru olduğu anlaşıldı.
Bu kez “Devlet herkesle” konuşur denilerek olay basite indirgendi.
Somali’ye kabileler birbirine girince açlık baş gösterdi ve Türkiye hemen harekete
geçerek yardımlarını hızlandırdı. Öyle ki her hafta camilerden para toplanarak gönderildi.
İnşallah yerine ulaşmıştır.
Henüz bu olay unutulmadan ve tartışmalar basında sürekliliğini korurken PKK
canileri 24 Mehmetciği şehit ettiler.
Bu arada Tunus ve Libya olayları ile ülkemizin dış politikası mazlum milletler yerine,
çıkarı için her şeyi yapmayı kendine hak gören ABD lehine gelişti. Türkiye mazlum ülkelerden
değil, sömürgeci ülkelerden yana tavır aldı.
Bu hay huy içinde İstanbul için bekleniyor denilen deprem Van’da meydana çıktı ve
7.2 ile sarsılan Van ile Erçiş’te onlarca bina çöktü 606 kişi öldü (ölü sayısı artabilir) ve binlerce
insan yaralandı.
2002 yılında Mardin’de şehrin önemli isimlerinden 26 kişi henüz 13 yaşında olan
bir kız çocuğuna defalarca tecavüz ettiler. Olay adliyeyi intikal etti. Kız travmayı atlatabilmek
için dört kez ameliyat oldu. Yerel mahkeme 8 yıl sonra 26 sanığa “N.Ç. nin rızası ile tecavüz
vuku buldu” diyerek, cezaların en azını verdi. Yüksek mahkeme de bu kararı onadı.
VE nihayet son gününde Kanun Namında Kararname ile bütün önemli Resmi
Kuruluşlar yeniden dizayn edildi. Görevdekiler görevlerinden alındılar, yeni kişiler tayin
edildi. Tayin edilenlerin tamamı iktidarın adamı kişiler.
Bundan sonra iktidarın istediği her şey olacak! Çünkü Tarafsız hiç bir kurum ve kuruluş
bırakmadılar. Önce patronlar susturuldu, hepsine gözdağı verildi, sonra basına anormal
sansür uygulandı. Doğruları yazma gayreti içinde olanlar baskı gördü, teker teker gazete ve
TV lerden uzaklaştırıldılar.
Bütün bu olaylar üç beş ayın içinde oluyorsa ve bilhassa çalışan için; enflasyon tek
rakamlarda denilip gerçekte %30, %40 larda ise bu bayram nasıl kutlanır. Elbette ki buruk
kutlanır.
SUSKUNLUK!
Yazan: İbrahim BALCI Suskun kalmak çoğu kez ürkütücüdür, tedirgin edicidir. www.ibalci.tr.gg sitem yıllarca faaldi ama nedense son birkaç aydan beri gereken ilgiyi gösteremediğim için suskunluğa gömüldü. Ziyaret edenler ısrarla birkaç hafta takip ettiler sonra da her hangi bir bilgi göremeyince takipten vazgeçtiler.
Suskunluktan korkarım! Fırtına öncesi sessizliğin ürkütücü olduğu gibi ürkütücü ve korkutucudur suskunluk. Bunu bildiğim için suskunluğa bir son vermek istedim ve tekrar siteyi faal duruma, okunur ve takip edilir duruma getirme gayreti içine girdim. Artık takibe girebilir, ilginç bulduğunuz makale ya da haberleri okuyabilirsiniz
ADLİYE SARIYER’DEN GİTMESİN!
Yazan: İbrahim BALCI
Beykoz, İstanbul merkeze uzak diye adliyesi Beykoz’da bırakıldı.
Gazi Osman Paşa, İstanbul merkeze uzak diye adliyesi Gazi Osman Paşa’da bırakıldı.
Büyük Çekmece, İstanbul merkeze uzak diye Adliyesi Büyük Çekmece’de bırakıldı.
Küçük Çekmece, İstanbul merkeze uzak diye adliyesi Küçük Çekmece’de bırakıldı.
SARIYER’DE İstanbul merkeze uzak ama Adliyesi Çağlayan’a gönderilmek isteniyor! Garabet değil mi?
Sorduk, soruşturduk öğrendik ki Beykozlu, Gazi Osman Paşalı ve Çekmeceli siyasiler el birliği ile sorunlarını sahiplenmişler ve adliyelerini Çağlayan’a taşınmaktan kurtarmışlar.
Tebrik etmek gerek!
Sarıyer’deki Sivil Toplum kuruluşları olayı sahipleniyor, imza kampanyaları ve pankartlarla, halkı duyarlı olmaya davetle önemli bir çalışma yapıyor ama bire bir görüşüldüğünde yüzlerinden gülücükleri eksik etmeyen AKP li dostlarımız, ciddi olarak olayın üzerine gitmiyor ve yardımcı olmaktan uzak duruyorlar.
Sayın Şükrü Genç ile görüştüm, meclis üyeleri ile görüştüm, öneride bulundum, çalışmalar hakkında bilgi aldım, Belediye Meclisindeki görüşmeler ile ilgili aydınlatıldım. Sayın Şükrü Genç açık yüreklilikle beni aydınlattı ve AKP li arkadaşlar ve İlçe teşkilatı olayı sahiplenseler, işi halletmek kolay. Kendilerine mevcut binalardan yararlanmaları için beş alternatif sundum. Yeni bina inşası için de ayrıca üç alternatif önerim var dedi.
Sayın Şükrü Genç, beş alternatifi şöyle sunuyor: 1) Şehit Mithat Caddesi üzerindeki Sarıyer Kültür Merkezi, 2) Demirciköy’deki Külütür Merkezi, 3) İstinye’de yıllardan beri boş duran SSK binası, 4) Çayırbaşı’ndaki Çay Paketleme Farikası ve 5) Bahçeköy’deki beş katlı Pepita binası...
Sayın Şükrü Genç bu binalardan her hangi birinin tercih edilmesi halinde, eksikleri varsa belediyenin de desteği ile giderileceğini de zevkle ifade ediyor.
Sayın Şükrü Genç ayrıca, üç alternatif arsa gösteriyor adliye binası inşa edilmesi için. 1) Darüşşafaka bölgesindeki 2100 m2 lik arsa (önce cami, sonra cem evi yapılması için ayrılmıştı), 2) Çayırbaşı’nda Tekele ait arsa ve 3) Poligonda Belediye için ayrılan arsa...
İşte durum böyle!
Durum böyle olunca Sarıyerlilerin de beklentileri hayli arttı. Beklentilerin gerçekleşmesi için Sarıyerli yerel AKP li yönetici dostların olayı sahiplenmesi aklın yolunun bir olduğunu gösterir. Haklı olana haklısın demek ve hakkını vermek ne kadar önemli ve doğruysa; haksızlığı, yanlışlığı devam ettirmek, sırf inat ve politik düşünceler nedeniyle gerçeklere karşı çıkmak da o kadar büyük hata ve yanlışlıktır.
Hata ve yanlıştan dönmek ERDEM’ dir. Sarıyerli siyasilerin bu erdem’i göstermelerini bekliyoruz.
İLAHİ DÜDÜK!!!
Yazan: İbrahim BALCI
Profesyonel İstanbul Ligi yeni kurulmuştu. Bu ligde Sarıyer, Eyüp, Karagümrük, Anadolu, Yedikule, Hasköy, Taksim, Galata gibi semt kulüpleri yer alıyor, yaşlı hakemler düdük çalıyordu. Bu hakemlerin içinde Sulhi Garan, Rıfat Atakanı, Mustafa Güzkaya, Muvahhit Afir, Ömer Karadağ, Hilmi Ok, Cihat Ergün, Sedat Özselçuk, Muzaffer Tuncalp, Semih Zoroğlu, Faruk Talu gibi şöhretli hakemler vardı. Ancak içlerinde biri vardı ki Türk Spor Tarihine ismini İLAHİ DÜDÜK olarak unutulmamak üzere yazdırmayı bildi. Bu hakemin ismi Necdet Turkuantoz idi.
Necdet Turkuantoz öyle pek şöhretli hakem değildi. Hakem olarak çok ilerilere de gidemedi ama her zaman aranan ve hatırlanan hakem olmayı bildi. Bu hakemin her maçında unutulmayacak olaylar meydana geldi. Bunları yaratan da hep kendisi oldu. Durumu iyi niyeti ve esprileriyle kurtarmayı bildi. Sarıyer’in bir maçında orta hakem olarak görev yapıyordu. Sarıyer takım kaptanı Baba Kenan, sahada hakemden çok daha etkiliydi. Hakem, her itirazında Baba Kenan’ın lehinde düdük çalıyordu. Ama öyle bir an oldu ki çaldığı düdük Sarıyer aleyhine oldu. Ağır ve bir karardı. Olayı çok yanlış görmüş hatalı düdük çalmıştı. Olayın uzağında olan Baba Kenan’a söz kalmadan Oktay Ungan hakeme koşarak sordu “Hocam, yanlış düdük çaldınız, olur mu?” diye bağırdı. Hakem Necdet Turkuantoz gülerek “Bu düdük ilahi düdüktür, yanlış çalmaz” sözleri ile yanıt vererek, hem futbolcuları güldürdü ve hem de, çalınan bir düdükten sonra kararların değişmeyeceğini, çalınan düdüğe saygı duyulması gerektiğini ifade etmiş oldu. Gelelim günümüze:
Bugün Sarıyer Alanyaspor ile karşılaştı ve 1-1 berabere kaldı. Elli yıl sonra Sarıyer takımı yeni bir ilahi düdükle karşılaştı. Hakem Kayseri bölgesinden Ömer Faruk Ocak! Boylu postlu, gösterişli ve giyimi kuşamı yerinde bir hakem. Ama yönetimine gelince düşünmeden deriz ki: Bu kişi hakem değil resmen katildir! Eline aldığı ilahi düdüğü ne zaman çalınacağını bile bilmiyor. Papazlar belirli saatlerde bulundukları kilisenin çanlarını çalarlar. Kaç defa çalacağını ve nasıl çalacaklarını da bilirler. Ama Sarıyer-Alanya maçının hakemi düdüğünü nerede ve nasıl çalacağını bile bilmiyor. Aciz mi aciz!
Maçtaki tek olumlu hareketi Sarıyer lehine verilen penaltı ve son adam olarak penaltıyı yapan kaleciyi oyun dışı bırakmasıydı. Kırmızı kartı gösterdikten sonra ne oldu ise oldu, düdüğünün ilahi düdük olduğunu hatırladı. Penaltı atışı yapılırken saha içindeki kronometre 43. dakikayı gösteriyor. İtiş-kakış oldu. Atış yapıldı, top kalenin koluna çarpıp direkten döndü, atışı yapan kafa Göksel ikinci hamle ile kafayla golü yaptı ama hakem oyunu bitirdim anlayışıyla golü iptal etti. Düdük İlahi Düdük ya kararın değiştirilmesi imkanı da yok. İlk yarının bitmesine normal iki dakika varken, penaltıyı temdit penaltısı kabul edip ilk yarıyı bitirdi ve golü iptal etti. Maçın da içine etti! Maçın sonuna kadar hatalı kararlarla Sarıyerli futbolcuları çileden çıkardı., yöneticilere saç baş yoldurdu, taraftarları çıldırttı. Hele 90+5 oynanırken, rakip defansın yaptığı mutlak penaltılık pozisyonu es geçmesi akıl alacak gibi değildi. Elbetteki maç sonu taraftarın tepkisi ağır oldu.
Sarıyer’e gelince... Sezonun en kötü futbolunu oynadı. İlker Hocaya hastalık gelmiş her hafta değişik bir tertip sahaya sürüyor. Futbolcuların motivasyonu sıfır. Maçı sanki keyfe kader oynuyorlar. Orta alan diye bir şey yok. Bu hattan bir tek organize atak çıkmadı. Takımın gol adamı Göksel bir defa olsun pozisyona sokulamadı. Üstüne üstlük ilk defa kendine güvenerek oynayan Sercan’ın oyundan alınması da rezilliğin daniskası...
Maçın bir diğer yanı kalece Ethem’in harcanmasıydı. Domaralize olan bu futbolcu neden bu kadar kolay harcanır. Son altı maçta 12 gol yiyen Ethem, hele Göztepe maçında yediği dört golden sonra neden dinlendirilmez? Bir sporcuya bu kadar kötülük yapılır mı? Yılmaz’ı neden aldınız, Fikret’i neden aldınız, Süleyman ne güne duruyor. Ayıptır yazıktır! Ethem, taraftarın gösterdiği yoğun tepkiye layık değildir. Bu maçta Ethem’in ne hatası oldu ki? Yediği golü hangi kaleci kurtarabilirdi?
Ben futbolcuları yine de kutluyorum. Nedeni de duyduklarım: Futbolculara dört beş aydan beri her hangi bir ödeme yapılmıyormuş! Bu futbolcuların büyük çoğunluğu evli barklı ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar. Hal böyle olursa, o futbolculardan çok şey beklenemez. Her şeye rağmen onurları ile çıkıyorlar, takımı yalnız bırakmıyorlar ve bir şeyler yapmak için çırpınıp duruyorlar.
Takım hala tehlikeli bölgenin içinde görünüyorsa da, düşme hattında o kadar çok takım var ki Sarıyer’e sıra gelmez! Ama yine de bir galibiyet ya da iki beraberlik çok şey ifade eder. Hadi Hayırlısı!
YÜREKSİZLER!
Yazan: İbrahim BALCI
Kendimden bahsetmeyi sevmem, hep gereksiz diye düşünürüm. Fakat öyle zaman
olur ki kendinden bahsetmek kaçınılmaz olur. Mutlak bir şeyler karalamak istersin. Hatta bunu zorunlu görürsünüz. Bu yazı böyle bir havada yazıldı, öncelikli bunu belirtmek
isterim.
Her yazılan yazının okur tarafından beğenilmesi hatta ileri sürülen fikirlerin tasvip görmesi mümkün değildir.
Yine her hangi bir insanın herkes tarafından beğenilmesi de mümkün değildir.
Her insan kendince ortaya bir şey koyabilmişse, topluma bir şeyler verebilmişse, bulunduğu camiaya bir yarar sağlayabilmiş, bir katkıda bulunabilmişse, bir eser bırakabilmişse her türlü övgüye layıktır. En azından ben böyle düşünüyorum.
Yazarım, çizerim ortaya bir şeyler koyarım. Okunur veya okunmaz; az veya çok
satar. Ama bir eser bırakmışımdır. Yıllarca, Sarıyer’deki derneklerin (Sarıyer Spor Kulübü) dahil başarılı olabilmesi için uğraş veririm, bu yolda benden istenen her isteği yerine getiririm. Ama benim “Ben olmamda” en büyük neden Sarıyer Spor Kulübünde aldığım görevler ve üstlendiğim sorumluluklardır. 1968 yılından bu yana üyesiyim. 1959 da yönetici oldum ve 18 dönem genel sekreter, 13 sene kulüp müdürü ve kulübün ısrarla genel kurul yapamaması (Yani yönetici bulamaması) üzerine işi toparlamak üzere, kulübün kayyuma gitmemesi için geçici bir süre başkanlık yaptım. Bu iki yıl arka arkaya devam etti ve her iki yılda da yeni yöneticiler bularak kulübe emin ellere teslim etmenin mutluluğunu yaşadım. Yanlışlarım olmuş mudur? Elbetteki olmuştur. Hatalarım; elbetteki vardır! Bunlar eleştirilebilir. Bu açığım her zaman!
Ama, kulübün belki de üyesi bile olmayan, kulübe bir kuruşluk katkısı olmayan,
maça girmek için, kendisini içeri alacak birilerini bekleyen; tribüne çıktığında sövmekten başka bir şey yapmayan, görevdeki yöneticilere hakareti kendilerine hak gören, aslında korkak oldukları için isimleri yerine sahte kod adlarını kullananların eleştirilerine elbetteki kulak vermem. Ama sözle değil, yazı ile Sarıyer Haber Sitesinde kulüple ilgili bir yazı
altında şahsına ve Eyüp Odabaşı’na yönelttiği çirkin yorum, ne denli ahlaksız ve korkak olduğunu ortaya koyduğu için bir şeyler yazmak istedim.
Bu korkak ve zavallı; ismini “Sabit Yılmaz” olarak gösteren adamın kulüpte üye olmadığı kesin! Kulüpte zamanında görev yapan bazı yöneticilerden sebeplendiği de açık olarak ortada! Böyle olmasa; yıllarını bu kulüp için ortaya koyan Eyüp Odabaşı ile birlikte ben ve benim gibilere bu denli saldırıda bulunmazdı. Ne yapmışız, hiç büyük düşünmemişiz, küçük düşünmüşüz ve “Küçük olsun, bizim olsun” demişiz”. İsteğimiz kişileri seçtirmişiz değerli bir arkadaşımızın bir daha seçilmesine mani olmuşuz! A geri zekalı, bahsettiğin
insana bir sor bakalım, seçilmek istedi de “Olmaz mı” denildi kendisine! Hayatında hiç
genel kurula geldin de bir konuşma yaptın mı? Sorunların neler olduğunu biliyor musun? Kulübün bu yılki 4 trilyonluk (Bugüne kadar) bütçesine bir kuruş katkın oldu mu? I. Türkiye Liginde 13 sezon aslanlar gibi mücadele eden Sarıyer’imizin o günkü yönetici ve sorumluları kimlerdi biliyor musun? Ne gezer!
Yarın Pazar, Alanya ile lig maçımız var. Protokol tribünü kapısına gelme zahmetine bulunursa Sabit Yılmaz isimli vatandaş, beni görmek istediğini söylesin. Kendisini yanıma alır ona bilmediklerini ve Sarıyerliliğin nasıl bir şey olduğunu anlatırım. Gelemez, çünkü O YÜREK ONDA YOK!
BALCI: KONUŞSANA,YAZSANA!
Yazan: İbrahim BALCI
Bazı olaylar vardır ister istemez insanın yakasına yapışır kalır. Böyle olmaması için o olayı hiç yaşamamak ya da yaşansa da etkisi altında kalmamak ve ısrarcı olmamak gerekir. Demek ki ben tamamen aksini yapmışım.
On beş yıldır Zekeriyaköy’deki 220 dönümlük spor alanı olarak ayrılmış alanın Sarıyer Spor kulübüne verilmesi konusunu konuşur, tartışır, yazar dururuz. Bizim için çok önemli. Zira Çocuk yaşta üyesi olduğum Sarıyer S.K. de yine genç yaşta yönetici oldum tam 18 yıl, sonra kulüp müdürü 13 yıl ve sonra da iki dönem aralıklı olarak başkanlık yapmak nasip oldu. Az mı?
İşte bu süre içinde hep Sarıyer S.K. nü düşündük, yazdık, çizdik. Haklarını savunma savaşı verdik. Sayın Yusuf Tülün afişlerle kulübün kongresine gelip Zekeriyaköy’deki 220 dönümlük alanı Sarıyer Spor Kulübüne vereceği sözünü verdi. Ondan sonraki dönem Sayın Sedat Özsoy Başkan oldu ve olaya sahip çıktı,. Bu alanın bir kısmının antrenman sahası olması için çalışma başlattı. Daha sonraki dönemde tekrar Sayın Yusuf Tülün Başkan oldu antrenman sahasını tamamladı ve kulüp antrenmanlarını burada yapmaya başladı. Ama araziyi kulübün protokolle veremediler. Çünkü B12 denilen yasa çıkmamıştı! Akabinde Sayın Şükrü Genç Belediye Başkanı oldu ve bu alanın Sarıyer S. K. ne verileceğini tekrarladı. Bu arada B12 yasası çıktı. Yani alanın protokolle Sarıyer S. K. nü verilebileceği kesinleşti. İşte bu sırada ne oldu ise oldu! Sayın Şükrü Genç bu alanı Sarıyer S.K. veremeyeceğini, değişik projeleri olduğunu söylemeye başladı. Başkanın bu niyetinin duyulması Sarıyer’de bomba gibi patladı. En çok da sıkıştırılan, sitem edilen, terslenenlerden oldum. Önüme çıkan:
“Olan ortada, hiç oralı değilsin. Şükrü Bey kongrede Sarıyer belediyesi için imar sorunu neyse kulübümüzün tesis sorunu da aynıdır. Zekeriyaköy’deki alanı kulübe vereceğiz, üzerine tesisler yapacağız demedi mi? Neden vermiyor? Neden hiçbir şey söylediğiniz yok. Yusuf Bey olsa ağzına geleni söyler, her şeyi yazardın. Sedat Bey olsa veryansın ederdin. Sende tık yok. Tabii CHP lisin ya!!!”
Bunları söyleyenlere laf yetiştirmeye çalışırken, bir dost uyardı. Zekeriyöyköydeki arazinin 50 dönümü Zekeriyaköy Spor kulübüne verildi. Zekeriköy’deki kodamanlar için iki golf sahası, bir yüze havuzu yapılacak kadar alan daha verilecek!!! Haydaaaa!
Dilimin döndüğü kadar anlatıyorum: Başkan doğrudan bu alanı kiraya veremez, ya da her hangi bir kulübe protokolle veremez. Bunu yapabilmesi için Encümenden karar çıkarması gerekir. Böyle bir kararı çıkarmış olsa duyardık. Ama nafile kimse inanmak istemiyor. Ama bana yüklenmeye devam ediyorlar: Konuşsana, yazsana!
Sayın Başkan; Maden, Yenimahalle, Emirgan, Yeniköy, Kireçburnu, Bahçekö, Kilyos, Uskumruköy, Bahçeköy SARIYER değil... Siz Sarıyer’in Belediye başkanısınız. Önce Sarıyer’i temsil ediyorsunuz. Sarıyer Aşiyan’dan Kısırkaya’ya kadar 151 bin metrekare alanı kapsıyor Sarıyer’in şahsında diğer mahalleleri ve köyleri!
Hal böyle iken 18 yıldan beri gündemde olan Zekeriyaköy’de spor alanı olarak ayrılan yeri sahibine ver. Yani Sarıyer Spor Kulübüne ver! Ver ki söz verdikleri üzere TFF tarafından tüm kulüplerin ihtiyaçlarına yanıt verecek tesisler yapılsın ve bu tesislerden tüm ilçe kulüpleri yararlansın.
Arkadaşlarıma hak veriyorum: Gerçekten konuşamıyorum, yazamıyorum!
BALCI: KONUŞSANA, YAZSANA!!
KAÇAN BALIK!
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer kendi sahasında yine galip gelemedi. Avucunun içine kadar aldığı üç puanı beklenmedik şekilde rakibi ile berabere kalarak paylaştı.
Sarıyer, YZÖ Stadında oynamasına rağmen seyirciden mahrumdu. Var olanlar da maçın başından sonuna kadar takımlarını yürekten desteklediler.
Sarıyer maça fırtına gibi başladı ve 39. saniyede mutlak bir pozisyon buldu ise de Mert’in sert şutu direkten döndü. Hemen iki dakika sonra yeni bir pozisyonda yine topa dokunamayan Mert oldu. İşte ilk beş dakikada Sarıyer bu golleri yapabilseydi sahadan farklı bir skorla galip ayrılması işten bile değildi. Ama aksi oldu ve 27. dakikada kalesinde golü gördü. Rakip forvet üst üste şut denemesi yaptı ve vuruşları Sarıyer defansından döndü. Son vuruşu ise hem defans seyretti ve hem de Ethem, auta gidiyor diye bırakınca top ağlarla kucaklaştı. Rakibin golünden sonra atak üstüne atak yapan Sarıyer 30. dakikada Serhat’ın kafa vuruşu ile beraberliği yakaladı. Artık sahanın her yerinde Sarıyer vardı 42. dakikada Göksel’in müthiş şutu ile 2-1 öne geçti. İlk yarı bu sonuçla bitecek zannedilirken, gelişen bir rakip atağında feci şekilde kontrolsüz yakalanan Sarıyer defans elemanları büyük kademe hatası yapınca rakip santrafor bomboş vaziyette beraberlik golünü kaydetti.
Maçın ikinci yarısı müthiş bir mücadele şeklinde geçti. Her iki takım da gol fırsatı yakaladı fakat değerlendiremedi. Bilhassa bu yarıda Sarıyer’de Dündar’ın kaçırdığı goller, büyük futbolunu da unutturacak kadar üzüntü vericiydi.
Bu maçta da Sarıyer’in yine teknik direktör hatası ile puan kaybettiği görüldü. Sarıyer defansının belkemiği Sabri’nin yerinde oynayan Mustafa Çakır tanınamayacak kadar kötü idi. Hele kullanamadığı iki pozisyon var ki, aman Allah! Mustafa lig maçı oynamamaktan çok şey kaybetmiş doğrusu. Takımın defansı aksadı. Maç boyu Şevket dolaşıp durdu, rakibi karşısında aciz kaldı. Şevket oyundan alınabilirdi. Yerine ise Mahmut oyuna dahil edilir, Serkan ile yer değiştirerek takımın defansı düzeltilebilirdi ama akıl edilemedi. Tolga, Emrah, Aytürk, Mert de çok aksadılar. Göksel ilk yarıda oynatılamadı. Orta alanda oynayanlar, araya top göndermeseler Göksel fazla bir şey yapamaz. Otuz beşlik delikanlıdan yararlanmanın yolları mutlak bulunmalı. Attığı gole şapka çıkarılır, selam durulur! İlker hoca nedense F. Sercan’ı oynatacağı bir maçı yakaladı ama bu defa bu futbolcuyu kadroya almadı.
Seyirci az ama gayretli, saha görünüşte iyi ama çok kaygan; hakem çok koştu ama ağır saha koşullarını pek dikkate almadı, tercihini hep misafir takım lehine kullandı. Sarıyerli futbolcular her şeye rağmen maçı bırakmadılar, son dakikaya kadar oyuna asıldılar ve ancak bu kadarını yapabildiler.
Şeref tribünü arkalarından gelen ve kulaklarımızı tırmalayan “Bu adamlar bu kadar oynar, ne alıyorlar ki, hala peşinatlarından alacakları var!!!!” sözleri doğruya, o futbolculara yüklenmenin de anlamı yok! Hatta teşekkür etmek gerekir, gayretleri için!
Eğer gerçekten böyleyse Ligin güçlü ekiplerinden Bozüyük’ten beraberlik almak bile büyük başarıdır. O nedenle alınan bir puana seviniyoruz. Ama yine de kendi sahamızdaki iki maçtan birini kazanmak zorundayız diye düşünüyorum.
BOYNERLERİ BOYKOT!
Yazan: İbrahim BALCI
Her dönem TUSİAD’ın başkanlığına yeni bir zengin seçilir. İlk hafta kutlamaları kabul eder, ikinci hafta devlet katında ziyaretlere başlar, sonraki haftalar ülkenin sahibi olur çıkar!
TUSİAD’ın başkanı Ümit Boyner! Yani bir hanım... Kibar, narin, nazik, asaletli, merhametli, ülke sever olmalıydı. Aslında böyle olmak zorunda görmeliydi kendisini.
Ama hak getire!
TUSİAD milli gelirin yüzde ellisinden fazlasını kazançları hanesine yazan bir avuç tuzu kuru, Karun gibi zengin; paralarının büyük çoğunluğunu ülke dışında bankalarda saklayan; ne olur ne olmaz düşüncesi ile ülke dışında yatırım yapıp, villalar alan bir avuç zengin! Çalıştırdıkları işçinin iflahını kesen; grev yapan tek işçisini dahi kale almayı zül addeden acımasız patronların seçtiği, temsil yetkisi verdiği Ümit Boyner Hanım Başkan!
Ümit Boyner Hanım başkanlığının hayrını görsün!
Konuşurken karnından değil, sözcükleri akıl süzgecinden geçirerek konuşsun. Öyle ileri-geri, ulu orta, ölçüp tartmadan konuşmasın! Konuşup da çuvalla inciri berbat etmesin!
Şunu da iyi bilsin Türk halkı uşak değildir! Uşak olmayı, görev başında bulunanların kulu olmayı tam 622 yıl sonra elinin tersi ile geri itmiş, vatandaşını kul kabul edenleri ülke dışına atmıştır.
O dönem görev başında bulunanlar karnından konuştukları, halkını kul gördükleri ve işbirlikçi oldukları için 622 yıllık imparatorluğun yıkılmasına, ülkenin işgaline neden olmuşlardır. Bir Mustafa Kemal zuhur etmeseydi, üstün zeka ve askeri dehası ile meslekten olan arkadaşlarını etrafına toplamasaydı; sivil millicileri görev başına getirmemiş olsaydı, Türkiye’nin bugün ne halde olabileceğini kendini bilen hiçbir Türk düşünmek bile istemez!
İmparatorluk yerine kurulan Cumhuriyet! Tüm mazlum uluslara örnek olmuş, ilham vermiş olan Türkiye Cumhuriyeti nasıl oluyor da tartışılır hale geliyor! Çıkıyor bazı sivri akıllı TV lerde “Kemalizm tartışılmalıdır” diyor. Türkiye’nin ağırlığı kadar taş düşsün kafana emi?
Birkaç gün önce Zenginler kulübünün başkanı Ümit Boyner, düşüncelerini aktardı. Ülke kaosta ya, bu kaostan kurtulması için Anayasa’nın değiştirilmesini şart koştuğu gibi, bir de ekip kurdurmuş anayasa hazırlatmış. Bu arada fikrini de söylüyor: “”Anayasanın değiştirilmesi hükmünü taşıyan maddelerde değiştirilmelidir” ama diyor “Türkiye Devleti Cumhuriyettir” bu kalsın diyor!
Yok be! Yahu sen kimsin be? Sen anayasa yapma hakkını kimden aldın! Yoksa sahibi olduğunuz tekstil fabrikalarında dokutturdunuz da oradan mı metre metre aldınız! Anayasa kumaş değil bilesiniz! Ne paralan alınır ve ne de torpille ele geçirilir. Halkın iradesi ile meydana çıkar.
Diyarbakır’da, ayrılıkçı Kürt siyasilerle halay çekerken aklından geçen; Anayasayı onların istediği şekilde değiştirmek miydi yoksa! Aynı şeyi eşiniz Cem Boyner’de siyasi parti kurduğu zaman yapmış; Kürtlere özgürlük teraneleri ortaya atmıştı ama kurduğu parti binde üç dört gibi gülünç bir oy alarak rezil kepaze olmuş, siyasi arenadan çekilmişti. Yani Bu halk ona inanmamış ve tokadı suratının tam ortasına vurmuştu.
Sayın Zenginler Kulübü Başkanı Ümit Boyner, sizde tokadı suratınızın tam ortasına yediniz ama farkında değilsiniz. PKK lı olmaktan hüküm giymiş, sonradan milletvekili seçilerek meclise girmiş olan Sabahat Tuncel, ayaklanışın provalarını yapan PKK yanlısı BDP lilere mani olmaya çalışan Emniyet Müdürünün suratını tokadı atarken neredeydiniz? Olayı deklarasyon yayınlayıp kınadınız mı? Aslında o tokat sizin suratınıza vurulmuştur. Uyanın artık; kişisel sorunlarınızı, menfaatlerinizi Ülkenin bütünlüğüne kastederek korumaya çalışmayınız!
Önerilerinize göre Cumhuriyetin niteliklerini sorguluyorsunuz; milli dayanışmayı, insan haklarına saygılı olmayı, Atatürk milliyetçiliğine bağlılığı ve demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olmasının değiştirilmesini öneriyorsunuz. Ayrıca devletin bütünlüğü, resmi dili, milli marşı ve başkentinin sorgulanmasını; Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti
ile bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.” Kesin hükmünün de değiştirilmesi talebinde bulunuyorsunuz. Tabii İstiklal Marşının da kaldırılmasını!!!
Aslında siz Türkiye’yi bir an evvel bölelim diyorsunuz da bunu kıvır kıvır kıvırtarak ifade etmeye, yavaş yavaş hazmettirmeye çalışıyorsunuz!
Millete sekiz yıldır narkoz enjekte edildi, uyutuldu, uyutulmaya devam ediyor. Siz para babaları da siyasi güçü arkanıza aldınız at koşturup duruyorsunuz. Devam edin bakalım bu çabanız nerelere kadar gidecek, neler elde edecek neler kazanacaksınız?
Sizin TUSİAD’ınız bir dönem devrin iktidarına kan kusturdu. Ecevit iktidarını devirmek için günlerce sayfalar dolusu ilan verdi. Halkı isyan ettirmek için, yalan yere “YOK” sattılar! Ecevit iktidardan düştükten bir gün sonra bütün “YOK” satan mallar ucuz fiyatla pazara döküldü. O zaman yüzünüz belli oldu ama galibe aradan yıllar geçtiği için unutuldu. Aslında unutulmadı da son sekiz yılda halka narkoz verilerek uyutuldu. Halk uykuda iken sizlerde at koşturup duruyorsunuz.
Sizin Ecevit hükümetine yaptığınızı bu halk Boynerlere yapsa, yani Boynerlere ait olan mallar boykot edilse ve bu boykot bir kaç ay devam ettirilse, Beymen mağazalarına bir günde bir Allah’ın kulu girmese, sizin durumunuz Ecevit hükümetinden kötü olur ya!
Ne var ki bizim halk hala uyanmış değil, bir türlü narkozun tesirinden kendini kurtaramıyor.
Şeytan bu ya! Aklıma girip duruyor; Acaba TÜSİAD ile Hükümet ve AB el ele verip Ülke bütünlüğünü yok etmek mi istiyorlar. Eyaletlere, ya da birkaç bölgeye ayırarak parçalamak mı istiyorlar?
Tövbe, tövbe, tövbe!
NE YAPACAĞIZ?
İbrahim BALCI
Önce Emniyet müdürlüğü, sonra Kaymakamlık Sarıyer merkez mahalleden başka mahallelere nakledildi. Nakiller yapılmadan önce, gerekçe Sarıyer’deki trafik yığılmasını önlemekti öncelikli olarak! Sonra da daha rahat çalışma ortamı bulmaktı! Uzun yıllar bu beklenti içindeki sorumluların beklentileri yerine geldi ama trafik sorunu halledilemedi. Demek ki amaç; sorunları halletmekten çok, bir an evvel Sarıyer’den kaçmaktı!* Öyle oldu... Yarın bir gün de Belediye Başkanlığı, müştemilatıyla, yan kuruluşları, müdürlükleri ve amirlikleriyle birlikte Büyükdere’den bir başka yere taşınır, yine sorunlar halledilemez!
Sorunların halli için radikal önlemlerin alınması ve ısrarla üzerinde durulması gerekir. Merkez Sarıyer’de trafik keşmekeş!!! Sabah akşam sorun yumak olmuş, çözmeğe niyetli kimse yok! Kumsal Meydanı (Hacı Ömer Meydanı), Şehit Mithat Caddesi, Yenimahalle Caddesi, Sarıyer İsmail Akgün Hastanesi önü, Sefir ve Kaptan Sokaklar, Hamam Sokak, Orta Çeşme caddesine giren bin pişman! Üç beş gün önce Sarıyer Zümrütevlerin üst kısımlarında bir yangın oldu İtfaiye gidene kadar akla karayı seçti. Ambulansların geliş gidişleri de kaygı verici. Evden alınan hasta hastaneye gelene kadar ölmediyse hasta sahibi bayram ediyor. Sarıyer Devlet Hastanesinden ambulansa alınan hasta bir başka hastaneye gidebilmek için çarşıyı bir kalkışta geçebilirse hastanın yaşama şansının yüzde yüz arttığı söyleniyor! Benim söyleyecek sözüm, yazacak başka bir şeyim yok. Olayları yaşayanların söylemlerine katacak bir şeyim de yok, her şey ortada!
Bir sorumlu akıl edip de trafik ışıklarını kaldırsa, yani yirmi yıl evvele dönülse sorun yarı yarıya çözülür. Cadde üzerinde park yapılmasının önüne geçilse sorun diye bir şey kalmaz! Park yapanların saatlerce kalmaması temin edilse yine olay çözülür! Büyükdere çarşı içine giriş çıkıştaki keşmekeşlik ayrı bir sorun, halledilmesi için hiçbir şey yapılmıyor. Keza Tarabya’nın girişi ile çıkışı ve İstinye çarşı içi sorunlar yumağı halinde!
Trafik sorunu çok önemli sorun. İl Trafik Müdürlüğü ne iş yapar merak eder dururum. Sarıyer’e bir trafik ekibi görevlendirilemez mi? Belki kadro yok, o zaman Belediye Başkanlığı, elindeki zabıtalardan bir kaçına trafik kursa aldırıp, yoğunluğun olduğu yerlerde sürekli olarak görevlendirilemez mi?
Biz ne yapacağız bu sorunların çözümü için? Hiçbir şey!!! Çünkü Sarıyerlilerin üzerine ölü toprağı serpilmiş, herkes kendi aleminde. Laf var! Uğraş, mücadele ve karşı duruş yok! Sivil toplum kuruluşları uykuda! Dert çok, dertleri dinleyen yok! Duyarlı olanların sayısı parmakla sayılacak kadar az! Sarıyerlilerden oy alıp da parlamentoya kapağı atanlar maşallah oralı değil! Bir iki ay sonra yine gelip oy isteyecekler! Yine onlara “neden geldiniz, niçin geldiniz, size oy yok” diyemeyeceğiz. Paşa paşa oylarımızı vereceğiz, ve Sarıyer’imizin içine edeceğiz!
Ne yapacağız? Ne yapacağız? Ne yapacağız?
18 MART ZAFERİ
VE TOPHANELİ HAKKI KAPTAN
Yazan: İbrahim BALCI
18 Mart Zaferi, Çanakkale savaşlarının can damarıdır. O güne kadar Devlet-i Muazzamanın güçlü donanması ve yüz binlerce askeri ile Çanakkale savunmasını
ne kadar zorladıklarını tarih kitaplarından okuyoruz. Savaşın Osmanlı aleyhine
bitecek düşünceleri ağır basarken, gerçekleşen mucizevi olaylar zaferi beraberinde
getirdi.
Çanakkale zaferinin kazanılmasında iki mucizevi olay vardır. Biri, yeni
kurulan birliğinin başında görev bekleyen Mustafa Kemal’in zuhuru, yani savaş
alanına gönderilmesi ve bir süre sonra kumandayı ele alması, diğeri de Nusrat Mayın gemisinin, elde kalan 26 mayınını belirlenen yerlere dökmesi için gemi kaptanı
Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Kaptan’ın görevlendirilmesi, bu görevi de mükemmel bir
şekilde yerine getirmesidir.
Tophaneli Hakkı Kaptan, gecenin kör karanlığında, tüm ışıklarını söndürerek belirlenen menzile doğru ilerlerken şüphesiz tek düşüncesi vardı: Mayınları kazasız
belasız yerlerine dökmek ve yakalanmadan geri dönmekti. Kör ve koyu karanlık,
ürkütücü sessizlikte ilerleyen Nusrat mayın gemisinin sadece makinesinin çıkardığı
homurtu duyuluyordu. Askerlerin tümü dikkatli, kör karanlıkta gemi içinde gizlenmiş, kendilerini kaybettirmişlerdi. Hepsinin yüreklerinde kıpırtı, kulaklarında, emir beklentisi vardı. İstenilen yere ulaşıldığında tüm erat, Tophaneli Hakkı Kaptan’ın “Mayın Dök”
emri ile işe başlamış ve gecenin kör karanlığı dağılmadan mayınlar belirlenen yerlere dökülmüş, sonra da son sürat ama sessizce merkeze dönülmüştü.
Devlet-i Muazzamanın gün açımı ile hücumu başlayacaktı. Öyle oldu. Önce
gemiler boğaza doğru ilerlediler ve atış menzili içine girmeye başladılar, sonra da
gemiden karaya top atışları başladı. Amaçları şahadet şerbetini içmek için varını
yoğunu ortaya koyan Türk askerlerini yok etmekti. Ama bilmedikleri vardı: Dökülen mayınlar! Savaş gemileri çarptıkça mayınlar peş peşe patladı. Olan oldu ve düşmanın yenilmez diye baktığı savaş gemileri teker teker Çanakkale Boğazının derin sularını
gömüldü. Bu olayın adı: 18 Mart Zaferidir! Sonrası ise Çanakkale savaşları zaferi!
Tophaneli Hakkı Kaptan, zaferden sonra çok yaşamadı. Sadece beş on yıl ve
belki biraz daha fazla, biraz daha az! Birkaç yıl önce Tophaneli Hakkı Kaptan’ın
mezarı üzerinde tartışmalar yaşandı. Bir uyanık akrabası olduğunu beyanla yenilediği
bir mezarı Tophaneli Hakkı Kaptan’ın mezarı olarak açıkladı ve basında yer aldı. Bir
süre sonra bu iddiaya karşı çıkanlar adamın sahtekarlık yaptığını ortaya çıkardılar.
Fakat gerçek mezarın nerede olduğu bulunamadı. Vel hasılı kelam bilinmezlikler
devam etti. Büyük kahramanın mezarı belli değil! Zaferden sonra çok yararlı hizmetler
yapan isimsiz kahramanların ortadan kayboldukları gibi Tophaneli Hakkı Kaptan’ın da mezarı bulunamadı.
Sarıyerli büyüklerimizden rahmetli Naif Aksay ağabeyimiz askerliğini bahriye
askeri olarak Çanakkale’de yapıyordu. Sarıyer’de oturan Tophaneli Hakkı Kaptan’ın
hanımı ile kızını tanıyordu. Uzun süre hanımına emekli maaşı bağlanamamış, Tophaneli Hakkı Kaptanın ölümü ile ilgili belgelerin tamamlanmasına yardımcı olmuş ve ailesine
maaş bağlanmış! Tophaneli Hakkı Kaptan’ın ailesi Sarıyer’de Koru Mandra Sokağında, küçük ve ahşap bir evde oturuyor zor koşullar altında yaşıyorlardı. Çok geçmeden
Tophaneli Hakkı Kaptan’ın hanımı Rahime Yaran ile kızı Feriha Yaran da vefat ettiler.
Bu iki merhumenin mezarları Sarıyer Mezarlığında bulunmaktadır. Mezartaşı kitabesinde şöyle yazmaktadır:
“18 MART 1915 ÇNAKKALE ZAFERİ KAHRAMANLARINDAN
NUSRET MAYIN GEMİSİ KUMANDANI MERHUM TOPHANELİ İBRAHİMOĞLU
YÜZBAŞI HAKKI KAPTAN. EŞİ RAHİME YARAN D. 1871, ö. 1944 VE KIZI
FERİHA YARAN D. 1910. Ö. 1946”
18 Mart Zaferi her yıl kutlanmaktadır. Acaba Tophaneli Hakkı Kaptanın
mezarının nerede olduğunu bilen var mıdır? Zannetmiyorum! Ama hanımının ve
kızının mezarı Sarıyer’dedir. Bunu biliyoruz. O halde Sarıyerlilerin, çok geçte olsa bu
olaya sahip çıkmaları gerekmektedir. Örneğin: Konu ile ilgili SA-DER (Sarıyerliler
Derneği) bir etkinlik ve anma günü tertipleyebilir. 18 Mart’ta bu mezara gidilip iki
demet çiçek bırakılabilir. ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği), ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği), Siyasi Partilerin Kadınlar Kolu üyeleri, Türk Kadınlar Birliği
Sarıyer Şubesi mensupları veya Kent Konseyi üyeleri Tophaneli Hakkı Kaptan’ın eşi ve kızının mezarını ziyaret ederek ulvi bir görevi yerine getirebilirler. Mezarı saptanamayan Tophaneli Hakkı Kaptan için anma yapılamazken, ona hürmeten hanımı ve kızına
yapılabilir.
Kadirbilir Sarıyerlilerin bu görevi yerine getireceği inancını taşıyorum. O gün,
yani 18 Mart günü saat 10.30 da Sarıyer mezarlığında olacak, Tophaneli Hakkı
Kaptan’ın anısına merhumelerin mezarlarına birer çiçek koyup fatiha okuyacağım. Sarıyerliler, bilhassa hanımlar siz de var mısınız?
İLKER HOCANIN YANLIŞI
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer kendi saha ve seyircisi önünde Yeni Malatyaspor’a 2-1 yenildi ve YZÖ de ilk yenilgisini de almış oldu.
Aslında maçı kaybeden Sarıyer takımı değil teknik direktör İlker Yağcıoğlu’dur. Sarıyer için bu maç kolay maçtı ama İlker hoca maçı zora soktu. Zira, İlker Hoca beklenmedik şekilde değişik bir tertip sahaya sürdü. Oturmuş takımı neden bozdu anlamak mümkün değil. Sarıyer takımında orta sahanın beyni Tolga’dır. Takımda Tolga yok. Sarıyer defansının en deneyimli ve topu yere indirerek oynayan adamı Mahmut’tur, o da takımda yok! Anlamak mümkün değil. Böyle olunca Sarıyer oyuna ağırlık koyamadı. Bilhassa orta sahada tutunamadı bile! Hasan’ın çok kötü bir gününde olması, Emrah’ın hala daha kendisini oyuna beklenen şekilde adapte edememesi, Göksel’in defansif oyunda ağır kalışı takımı oyundan düşürdü. Her ne kadar Sercan, Hasan’ın yerine alınarak çift sanrafora dönülmüşse de Mert’in tanınamayacak kadar kötü oynaması, forvetin etkin olmasını önledi. Tolga’nın girişi ile orta alanda tutunmaya başlayan Sarıyer, Ethem’in hatası sonucu ilk golü yedi. Maçın son altı dakikası oynanırken Mahmut oyuna alındı. Mahmut topla ilk buluştuğunda, rakip sahaya indi ve aut çizgisine yakın yerden topu geri çıkardı, Sercan topun üzerinden atladı ve pozisyonu iyi takip eden Tolga takımının beraberliğini temin etti. Sonrası malum hiç beklenmedik ikinci rakip golü! Sağdan gelişen cılız bir akın, ayakta duramayan Sarıyer defansı, rakip futbolcuda kalan bir top ve isabetli bir şut. Bu rakibin ikinci golü, Sarıyer defansının pür telaşıhdandır!!! Bu akında topun iki Sarıyerli futbolcu arasında rakip oyuncuda kalması akıl alacak şey değildi. Ama olan oluyor ve karambolde Ethem ikinci kez avlanıyordu.
Futbolda kural şudur: Atamazsan yemeyeceksin! İlker hoca bunu bilmez değil, bilir. Yahu, ağır sahada topa basabilen, topu sürebilen, çalım atabilen ve rakip kaleye gidebilen iki adamın var. Biri Göksel., diğeri Dündar. Yahu ne akıldır sen Dündar’ı çıkarıyorsun. Dündar’ı çıkarırsın rakip sahaya nasıl gideceksin. Çıkardın da ne oldu? Mert’i ve Göksel’i kaçırdıkları gollerden sonra çıkarsaydın daha iyi olmaz mıydı? Şevket’in sürekli aksadığını göremedin mi? Emrah, Serhat hatta Sabri’nin rakip ataklarında devamlı aksadıklarını, takımın maç boyu doğru dürüst bir şut atamadığını göremedin mi?
Her neyse olan oldu. Teknik adamlar futbolcularla yatar kalkarlar; onların her şeyini herkesten iyi bilirler ve ona göre takımı sahaya sürerler. Demek ki bu defa öyle gördüler, öyle yaptılar ve yanıldılar!
Sarıyer bu yenilgiyi hak etti mi? Aslında hak etmedi ama Mert ve Göksel’in kaçırdıkları o iki gol pozisyonu var ki bunlardan yararlanamayan bir takım yenilgiyi de hak etmiş olur! Öyle de oldu!
Sadece teknik elemanlar değil, yönetici, futbolcu seyircisi herkes bilir ki, bir takımın futbolcuları şut atamıyorsa gol de atamaz. Sormak lazım Sarıyerli futbolcular neden şut atmıyorlar ya da atamıyorlar? Kimden korkuyorlar? Topa çok iyi basan Emrah Şahin neden şut atmaz, yan pas yapar durur? Çok büyük yetenek olan Dündar neden rakip kaleyi sık sık yoklamaz? Topun kırılacağından mı çekinir yoksa? Mert topla buluşur sık sık ama devamlı duvar pası yapacak adam arar durur. Böyle adam yok takımda bilmiyor mu? O zaman yapacağı fırsat buldukça şut atmak değil midir? Neden denemiyor? Tolga bileklerini iyi kullanır, duran toplara çok iyi vurur. Pozisyon bulduğunda neden şut atmaktan çekinir?
Durum böyle; orta saha adamları şut atmasın, forvet adamları şut atmasın olacak olan budur? Takımın en kısa zamanda toparlanması ve hiç olmazsa iki-üç maç daha kazanması gerekir ki, puan cetvelinde orta sıralarda yer bulsun. Takım bu günkü haliyle de bunu başaracak güçtedir.
Sarıyer seyircisi maç boyu çok iyi idi. Ama maç sonrası asla! Rakip seyirci sayısı 20-25 kişi var yok. Üzerlerine gitmenin ne anlamı var. Yenmişler ve iki slogan atmışlarsa ne olmuş ki? Sarıyerli seyircilerin bu hareketi Sarıyer kulübüne pahalıya patlayabilir, birkaç maç dış sahalarda oynatabilirler. O zaman çok kötü olabilir. Sarıyerli taraftarların çok daha dikkatli olması gerekir.
|
|
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
“ Mart dünya kadınlar günü”dür.
Haklarıdır kadınların.
Hele Türk kadınlarının her ülkenin kadınından daha çok hakkıdır.
Türk kadının çektiği çile kadar hiçbir ülke kadını çile çekmemiştir.
Türk kadını kadar hiçbir ülkenin kadını eziyet çekmemiştir.
Türk kadını kadar kahır çeken başka ülke kadını da yoktur.
Eri için kendini mermilere siper eden başka millet kadını yoktur.
Dünyanın hiçbir ülkesinde topluca tüm erkeklerini yitiren bir köy yoktur.
Kocası ile yan yana, ulusal mücadelede silah kullanan kadın yoktur baş
ülkelerde.
Oğlu siperde iken ona mermi taşıyan bir ana başka hiçbir ülkede yoktur.
Ulusal mücadelede, cephedeki erkeğine mermi taşıyan kadın başka ülkede
yoktur.
Erine taşıdığı mermi ıslanmasın diye, bir yaşındaki çocuğunun sırtındaki
battaniyeyi merminin üzerine seren bir kadın başka ülkede bulunmaz.
Hiçbir ülkede erkeksiz bir köy bulunmaz ama ülkemizde vardır.
ERSİZKÖY isminin unutulmaması gerekir.
ERSİZKÖY Kastamonu’nun köylerinden biridir.
ERSİZKÖY’ün bütün erkekleri; yaşlı genç ulusal kurtuluş savaşına katıldı.
Savaş zaferli bitti fakat, köyün erkeklerinden hiç biri geri dönmedi!
Köyün bütün erkekleri ŞEHİT oldu.
İşte bu yüzden bu köye “ERSİZKÖY” adı verildi.,
Var mıdır0 dünyanın her hangi bir ülkesinde böyle bir olay, böyle bir köy?
Yoktur, olamaz, ne kadar aransa bulunamaz. Bu nedenledir ki:
Dünya Kadınlar Günü, herkesten çok Türk kadınlarının hakkıdır.
Ahmet Efe Türk kadını için şöyle der:
“Er olan, valide olmuş bir kadının yüreğinde yerleşen evlat sevgisinin
yüceliği karşısında secdeye düşer”.
Mustafa Kemal Atatürk der ki:
“Ey kahraman Türk kadını; sen yerde sürünmeye değil, eller üzerinde
göklere yükselmeye lâyıksın.”
ELİ ÖPÜLESİ TÜRK KADINI; 8 MART DÜNYA KADINLAR
GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN!
|
|
|
|
|
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
“ Mart dünya kadınlar günü”dür.
Haklarıdır kadınların.
Hele Türk kadınlarının her ülkenin kadınından daha çok hakkıdır.
Türk kadının çektiği çile kadar hiçbir ülke kadını çile çekmemiştir.
Türk kadını kadar hiçbir ülkenin kadını eziyet çekmemiştir.
Türk kadını kadar kahır çeken başka ülke kadını da yoktur.
Eri için kendini mermilere siper eden başka millet kadını yoktur.
Dünyanın hiçbir ülkesinde topluca tüm erkeklerini yitiren bir köy yoktur.
Kocası ile yan yana, ulusal mücadelede silah kullanan kadın yoktur baş
ülkelerde.
Oğlu siperde iken ona mermi taşıyan bir ana başka hiçbir ülkede yoktur.
Ulusal mücadelede, cephedeki erkeğine mermi taşıyan kadın başka ülkede
yoktur.
Erine taşıdığı mermi ıslanmasın diye, bir yaşındaki çocuğunun sırtındaki
battaniyeyi merminin üzerine seren bir kadın başka ülkede bulunmaz.
Hiçbir ülkede erkeksiz bir köy bulunmaz ama ülkemizde vardır.
ERSİZKÖY isminin unutulmaması gerekir.
ERSİZKÖY Kastamonu’nun köylerinden biridir.
ERSİZKÖY’ün bütün erkekleri; yaşlı genç ulusal kurtuluş savaşına katıldı.
Savaş zaferli bitti fakat, köyün erkeklerinden hiç biri geri dönmedi!
Köyün bütün erkekleri ŞEHİT oldu.
İşte bu yüzden bu köye “ERSİZKÖY” adı verildi.,
Var mıdır0 dünyanın her hangi bir ülkesinde böyle bir olay, böyle bir köy?
Yoktur, olamaz, ne kadar aransa bulunamaz. Bu nedenledir ki:
Dünya Kadınlar Günü, herkesten çok Türk kadınlarının hakkıdır.
Ahmet Efe Türk kadını için şöyle der:
“Er olan, valide olmuş bir kadının yüreğinde yerleşen evlat sevgisinin
yüceliği karşısında secdeye düşer”.
Mustafa Kemal Atatürk der ki:
“Ey kahraman Türk kadını; sen yerde sürünmeye değil, eller üzerinde
göklere yükselmeye lâyıksın.”
ELİ ÖPÜLESİ TÜRK KADINI; 8 MART DÜNYA KADINLAR
GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN!
|
|
|
BÜYÜK VURGUN!
Yazan; İbrahim BALCI
Sarıyer, kendi saha ve seyircisi önünde, şampiyonluk mücadelesi yapan, lig dördüncüsü B. Şeker’i 2-1 mağlup ederek büyük vurgun yaptı ve ilk maçın revanjını
da aldı..
Hava zehir gibi soğuk, saha çok ağırdı. Zaman zaman ayakta durmakta zorlandı futbolcular. Ama yine de zemin üzerine sağlam basan taraf maçı alıp götürdü. Bu da
Sarıyer oldu. Bu maçtan anlaşıldı ki Sarıyer kendi sahasında hiçbir rakibine kolay teslim olmaz. Aksine kendi sahasında alacağı puanlarla daha üst sıralara çıkar, hatta ilk beş sıra
için rakiplerini zorlar.
Sarıyer maça çok iyi başladı ama sadece üç-beş dakikada devam eden bu baskı
sonuç vermedi. Sonra oyun durağanlaştı. Orta alanda fazla adam bulunduran rakip topla
daha çok oynamaya başlayınca golü bulmakta gecikmedi. 19. dakikada Emrah’ın isabetsiz pası rakip akınının gelişmesine neden oldu ve bu akın sonunda, yapılan ortaya rakip soliç mükemmel bir kafa vuruşu yaptı ve takımın öne geçirdi. Sarıyer gol yemeyi bekliyordu sanki. Oyuna ağırlığını koydu ve 33. dakikada Serkan, Dündar paslaşması sonunda topla buluşan Mert, isabetli bir vuruşla takımının beraberliğini temin etti.
İkinci yarı Sarıyer baskısı ile başladı ama 52. dakikada ikinci sarı kartla H. Aytürk oyundan ihraç edilince Sarıyer için korkulu anlar başlayacak ve yenilgi gelecek havası tribünlere hakim oldu.
Ama tamamen aksi oldu ve amalar yerini Sarıyer’in kahredici baskısına terk etti.
On kişi kalan Sarıyer, o kadar güçlü, o kadar bilinçli, o kadar arzu dolu mücadele etti ki
Seyredenler,i aşk olsun demekten kendilerini alamadılar. Aslında hatalı olan H. Aytürk’tü.
Bir dakikada iki sarı kart görmek demek teslim olmak demekti. H. Aytürk’un bunu bilmesi gerekirdi. Ama, inanmış ordusu havasını veren lacivert-beyazlılar, kaybettikleri arkadaşları
H. Aytürk’ün yerine bir de kendilerini koydular ve sahada kalan on Sarıyerli futbolcu on H. Aytürk olup yüklendi rakip kaleye! Üst üste pozisyonlar buldular. Herkes Sarıyer skoru korumak için oynayacak düşüncesinde iken sahada savaşan Sarıyerli futbolcular, defanstan ziyade hücumu düşünerek galibiyet için oynadıklarını gösterdiler ve 85. dakikada Göksel vasıtasıyla galibiyet golünü buldular. Maç bu skorla sona erdi.
Maçın kontrolünü kaçırmayan bir orta hakem ve fazla hata yapmayan iki yan hakem seyircilere iyi bir müsabaka izlettiler. Sarıyer’in bu maçtaki performansı her türlü övgüye değer. Muhteşemdiler. On kişi kalmalarına rağmen mükemmel mücadele ettiler. Rakip
defans üzerine koydukları pres ve orta sahada rakip futbolcuları hapsetme gibi zor görevleri fevkalade yaptılar ve haklı bir galibiyet aldılar.
Burada üzerinde durmak istediğim konu golden sonraki pozisyondu. Golün atılışı ile birlikte tüm futbolcuların, yedekler dahil sevinçten bir yumak olması; futbolcusu, teknik elemanı, seyircisi ile bütünleşmesi Sarıyer’in çok şeyler yapabileceğini gösteren harika bir tablo idi. Umarım bu tabloyu lig sonuna kadar gösterirler.
Sarıyerli futbolcular bu maçta iyi bir takım olduklarını gösterdiler. Yöneticileri,
teknik elemanları ve futbolcuları tebrik etmeyi görev bilirim. Takımda elbetteki bazı
eksikler vardı. Elbetteki her futbolcu fevkalade iyi değildi. Ama hiç birisi de çok kötü
değildi. Değiştirilen futbolcular kötü olduklarından değil, yorulduklarından ya da taktiksel görüşlerle değiştirildiler. Oyuna girenler de arkadaşları gibi mücadele etmekten geri kalmadılar.
Takımda üzerine durulacak futbolcuların hakkını vermek gerekir. Kaptan Serkan
bu maçta ikinci baharını yaşadı. Hatasız bir oyun oynadı, takımı sırtlayıp taşıdı. Keza
Göksel büyük deneyimi ile maçı rakip kaleye taşıyan isim oldu. Sol çizgi adamı
Dündar, Serkan’ın önünde oynadı. Çok top aldı ve rakibin sağ tarafına adeta felç etti.
Bir de elde ettiği iki önemli pozisyonu değerlendirebilseydi muhteşem olurdu! Diğer futbolcular, elbetteki onlarda görevlerini en iyi şekilde yaptılar ve aslan gibi mücadele
ederek bu önemli galibiyetin mimarları oldular.
Maç boyu susmayan taraftarlara da alkış tutmak gerekir. Zira, takımın on ikinci
adamı olarak galibiyette pay sahibi olmayı bildiler. Bir de şu “Gençliğimin ….. koydun” teranesini terk etseler ve “Gençliğimin sevdası oldun” diyebilseler, çok daha iyi olur ve alkışların tükenmezini hak ederler. İnşallah düzeltirler.
İSYAN!
Yazan: Mehmet BALCI
Bir isyana koşuyorum yavaş, yavaş, bana bakanları seyrediyorum, kimisi benden daha hüzünlü, kimisi alkışlıyor elleri patlarcasına,….
Önce Kaymakamlığımı söküp aldınız Sarıyer’imin kalbinden, yavaş, yavaş,… yakında belediyemizi de ayırırsınız sevenlerinden.
Tanıdığım çok büyüklerim oldu, nesillerdir bu toprağın ekmeğini, denizinin balığını
yemiş yedirmiş, tertemiz suyunu içmiş kana kana; her sokak başında akan oluk oluk çeşmelerinden,…. Bu sahil bizim, bu tepe, bu bayır, bu orman, ahh! Ah o güzelim
köylerimiz, köylülerimiz, köylülerimizin yabancı; villadakilerin yerli kabul edildiği köylerimiz! Dün, baştan kara, dilediğin yerde ailece, çoluk çocuk bütün mahalle
denizine girdiğimiz koylarımız bugün para ile!... Hay dinine yandığım be! Gel de
yanma! Gel de yakınma!
Zekeriyaköy, Sarıyer köylerinin en eskisidir. Yerli halkı karışık değildi son yıllara
kadar! Bu köyde ve yeşillikler içinde havacılarımızın füze üssü vardı. Hani paranın
din ve iman yerine geçtiği günümüz var ya! Kör olası bu günlere, rant denilen olay
nasıl gelişti ise gelişti. Teknolojik gelişmelerinde dev adımlarla ilerlemesi sonucu
füze silahları güncelliğini yitirmiş olacak ki, kaldırılması gündeme getirildi ve bir
iki yıl içinde karar verilerek, İstanbul’u savunmak için kullanılması için tutlan bu
silahlar yerinden sökülüp götürüldü. İşin doğrusu, üst kattakiler ÇIKIN demiş
olacaklar ki, askeri sorumlular direnç gösteremediler ve çıktılar! Yani 40 yıl evvel köylülerden ucuz fiyatla alınan araziler; sahiplerine satışları yapılması gerekirken
siyasilerin bir tür oyunu ile köylülerin ısrarına rağmen gerçek sahiplerine verilmediler
ve siyasetin emrinde olan TOKİ’ye peşkeş çektiler! Gerçek sahiplerine fark bile
vermediler. İsyan etmedi değil köylü, etti ama dinleyen, ipleyen olmadı ve atı
alan Üsküdar’ı geçti. Arşa çıksa da köylümün feryadı ahı, dinleyen kendisi
olur, rant her zaman olduğu gibi kodamanların, yandaşların cebine akar!
Hey Kaptan Amca kaldır başını yattığın yerden! Ava gittiğimiz yerlere bak, gör
neler olduğunu! Demirciköy’ümüzün çayırları, ormanları, nerede? Uskumruköy’üm, Kilyos’un, Kısırkaya’nın, Gümüşdere’nin durumunu bir görmeni isterim! Adım
başı site, adım başı villa! Nerede ise ekili alan hiç bırakmayacaklar! Kara Faik
Amcanın çığlıklarını duyar gibiyim; “bin ağaç dikmiştim”, neredeler? Son kalelerim
derim Rumeli Feneri ile Garipçe gerçekten garip bırakıldı. Ne arayanları var ne
soranları, çivi bile çaktırmıyorlar halka! Taş yığını haline getirilen Bahçeköye ise
ancak misafirliğe gidilebiliyor!
Hep söyler dururuz neler yapalım, nasıl geliştirelim, nasıl güzelleştirelim bozmadan Sarıyer’imizi diye! Biz bağırıp dururuz, el oğlu alır elimizden birer birer tüm
değerlerimizi!
İşte son bir iki yıl içinde olanlar: Emniyet Müdürlüğü kaşla göz arasında Reşitpaşa’ya
yolcu edildi! Kaymakamlık iki ay önce MERKEZ’ den koparılarak Ferahevlere
götürüldü. Sıra Belediye de! “Temeli atılmış belediye binasının” deniliyor! Bu
demektir ki önümüzdeki bir iki yıl içinde Belediye’de koparılacak ve yeni yerleşim bölgelerinden birine yolcu edilecek!
Bakıyorum da merkez Sarıyer’de bir tek İsmail Akgün Devlet Hastanesi kalıyor.
Bakalım hastanemiz ne zaman sırra kadem alınıp götürülecek! Hastanemizin
tarihini bilenler veya konuyu irdeleyenler göreceklerdir ki; yetersiz binaya sahip
olmamasına karşın, çok büyük ihtiyaca cevap vermektedir. Yeterli acil servisi
olmamasına, yeterli uzman doktoru bulunmamasına, küçük de olsa yoğun bakım
ünitesi bulunmamasına rağmen günlük sirkülasyonun ne kadar doyurucu olduğunu
göreceklerdir. İstanbul’da doluluk oranı yüzdesi bakımından belki de ilk on sırada
yer alan bir verimli hastanedir. Yoğun bakımı olmayan bir hastanede ne kadar
ameliyat yapılır? Önce bu dikkate alınmalı sonra da yapılan ameliyat sayısı
görülmelidir. Kıyaslanacak olursa görülecektir ki; mükemmel şekilde hizmet
vermektedir! Burası dispanserdi hastane oldu. Elbetteki hastane olmasında İsmail
Akgün Beyin katkıları unutulamaz ama özellikle Sarıyer’in kendi çocuğu olan Dr.
Mehmet Salman’ın büyük çabaları ve arkadaşlarının özverili gayretleri dispanseri
hastane yaptı.. Hastalar artık önce bu hastaneye, olmaz ise başka hastanelere gidiyorlar.
Benim bildiğim 20 yıldır uğraşır durur bu Sarıyerli adam gibi adam, tam teşekküllü
bir hastane kazandırmak için doğup büyüdüğümüz Sarıyer’imize! Ne hikmetse
hastane inşa edilecek bir yer bulamadılar! Yüz yüz elli yataklı tam teşekküllü bir
hastane yapabilmek için yıllarca uğraş verildi, yer gösterildi ama “OLUR alınamadı.
“YOK” dediler, “OLMAZ” dediler. Yahu Tekel Kibrit Fabrikasının depo olan kullanılan Çayırbaşı’ndaki alan kime kalacak? Kime peşkeş çekilecek ki yıllardır “OLUR”
verilmiyor? Özel hastanelere izin, onlara her yol açık, devlet hastanesi için
KAPALI!!! Yeter be!
Yarından sonra biliyorum, diyecekler ki şuraya bir hastane yapılacak (susturmak,
yıllardır olduğu gibi uyutmak için) ama nafile! Bu sadece kandırmaca olur, öyle
olacak! Seçim yatırımı olur, öyle olacak! Eskiden köylerden katırla, merkeple,
beygirle, at arabaları ile taka ile, sandalla hastalar getirilirdi! Hatta, köylüler zorda
kaldığında yaya ve sırtında taşırdı hastalarını. Ya Yarından sonra ……?
Yarına isyan ediyorum şimdiden,
Koşuyorum, yavaş yavaş, mis gibi ıhlamur kokan sahilimde,
Kaymakamlık binamı arıyorum doğup büyüdüğüm Sarıyer’imde,
Etrafıma bakıyorum,
Kimisi hüzünlü en az benim kadar,
Kimisi alkışlıyor elleri patlarcasına,
Ne var ağlıyorum işte için için,
İsyan ediyorum, isyan ediyorum,
Gözyaşı olmuş Sarıyer’im için akıyorum.,
Görüyorum, yarın çok geç olacak!
Sarıyer’in haline ağlıyorum!
Mehmet BALCI/22.02.2011
YEMEZLER!
Yazan: İbrahim BALCI
Bazı şeyleri yazmaya, anlatmaya kelimelerin gücü yetmez!
Bazı şeyleri anlamaya da akıl ermez!
Bazı izleri silmeye vakit yetmez!
Bazı şeyleri unutmaya da vicdan elvermez!
Son sekiz yılı gözler önüne getirdiğimizde bütün MEZ’ler sıraya girer!
Bütün MEZ’ler isyan eder doğruluğuna!
Konuşulanlar ile yapılanlar yan yana getirilirse tek kelime edilir:
YEMEZLER!
Seçim sonrası ilk söyleminde:
“Bize oy verenleri de vermeyenleri de kucaklayacağız” demişti.
Dediği ile kaldı Sayın Başbakan!
İkinci seçimi kazandığında aynı şeyleri söyledi:
“Bize oy verenleri de vermeyenleri de kucaklayacağız”
Yine söylediği ile kaldı Sayın Başbakan.
İktidar yanlıları saygın, iktidar karşıtları tu kaka vatandaş sayıldılar.
Bol keseden kömür dağıtıldı, fakir vatandaşa..
Varoşlara dizi dizi girdi kamyonlar, kamyonetler;
Kömür dağıtıldı, para dağıtıldı; kara kış için, kara gün için,
Aslında bunlar için değil; Seçimde OY almak için!
Elektriksiz köye buzdolabı verildi,
Tuvaleti bahçesinde olan evlere çamaşır makinesi hibe edildi,
Yandaş olmayanlara selam bile veren olmadı!
Onlara göre “Verdik almadı”.
Hak, hukuk, adalet ve dahi inanç dediler,
Ne hakka, ne adalete uydular ve ne de inançları doğrultusunda iş yaptılar!
Düzme ve uyduruk beyanlarla vatandaşlar kodese tıkıldı!
PKK lılardan gizli tanık yapıp, subayları hapse koydular!
Dünyanın en saygın bilim adamları içerde; neden yattığını bilmiyorlar!
Yoktan yere, çok saygın bir üniversite yaratan adam içerde!
Böbrek nakli için sıraya girenler ise iki yıldır biçare!
Orgeneralinden, astsubayına kadar ordu mensupları hapiste!
Suçları; sadece ellerindeki belgeleri yazıya dökmek olan;
Suçları; sadece fikirlerini korkusuzca yazan,
Suçları; yandaş ve yalaka olmayı kendilerine yediremeyen,
Türk basının en güçlü kalemleri içerde,
Suçlarının ne olduklarını bile bilmeden!
Parti lideri ne olursa olsun, düz adam değildir, saygınlığı vardır, ama;
Parti lideri de üzerine atılı pek çok suçla içerde!
Televizyoncular, işadamları, işçiler içerde,
Deveyi hamudu ile götürenler dışarıda!
Kardeşliği, dostluğu getireceğiz söylemleri devam ediyor ama;
Artık YEMEZLER!
İLKLER'İMİZ
Yazan: İbrahim BALCI
Ucuz şeylerin peşinden gitmeyi marifet sayarız. Bir işi başarmak için kendimizi zorlamaz, başkaları tarafından yapılanları da sahiplenmeye çalışırız. Yani iyi şeyleri sahiplenmeyi marifet sayarız, hakkımız olmadan. Yakın samana kadar Kaptan Custo’nun Müslüman olduğu, büyük mucit Edison’un ölmeden Müslümanlığı seçtiği söyleniyordu!
Bizden olmayanları sahiplenecek yerde, bizden olanlardan bahsetmek onları sahiplenmek daha iyi olmaz mı? Kanımca daha iyidir! Bu iyi taraftan hareket ederek bizim ilklerimizi yazacağım.
Bakalım neler olmuş:
Ülkemizde ilk uçuş denemesi İstanbul’da değil Trabzon/Of’ta olmuş ve Molla Uzun Hasan, martı kanatlarından esinlenerek yaptığı kanatlarla Of çayının bir yamacından diğer yamacına uçmayı başarmıştır. Ancak “Bu adam şeytandır” diyen medrese öğrencileri tarafından taşlanarak öldürülmüştür (V. Hürkuş).
İlk Türk havacı Berlin’de balonla 600 metre yükselen Topcu Subayı Mehmet Rüştü Bey’dir.
Osmanlı Padişahlarından saltanatı için ilk kan akıtan I. Osman olmuş ve saltanatına ortak gördüğü amcası Dündar Beyi öldürtmüştür.
Osmanlı Padişahlarından ilk yabancı kadınla evlenen Osman Gazi’dir (Tekfur Beyi’nin kızı (Horofura/Nilufer Sultan) ile evlenmiştir.
Saltanatının devamı ve güvenliği için kardeşlerinin öldürülmesini ilk kez Fatih Sultan Mehmet “Fatih Kanunnamesi” ile yasalaştırdı ve iki yaşındaki kardeşini boğdurttu.
Dünya gemicilik tarihinde başına viski yerine gülsuyu patlatılan ilk gemi, Osmanlı İmparatorluğunun Sultan Osman dretnotudur.
İstanbul futbol liginin ilk şampiyon takımı İmogene’dir (1904/05).
Türk futbol takımları arasında ilk şampiyon Kadıköy’dür (1905/06).
İlk Türk futbolcusu Selim Sırrı Tarcan ile Fuat Hüsnü Karacan,
İlk Türk FİFA hakemimiz Sulhi Garan,
İlk kadın futbol hakemimiz Lale Orta,
İlk Türk Baro Başkanı (1886) Sarıyerli olan Mehmet Reşit Efendi,
İlk Türk kadın Orman Mühendisi Binnaz Zehra Sert,.
Telsizi olan ilk Türk savaş gemisi Hamidiye,
TBMM’nin ilk Başkanı Mustafa Kemal,
İlk Kadın pilotumuz Sabiha Gökçen,
İlk Türk kadın Bakanımız Prof. Dr. Türkan Akyol,
İlk Dünya güzelimiz Keriman Halis,
İlk kadın opera sanatçımız Semiha Berksoy,
İlk kadın profesörümüz Fazıla Şevket Giz,
İlk kadın radyo spikerimiz Emel Gazimihal,
İlk kadın sendika başkanımız Dervişe Koç
Korgeneral rütbesi ile ilk Hava Kuvvetleri komutanı olan Korg. Cemal Ergin
İlk kadın subayımız Ülkü Sema Toksöz,
İlk kadın valimiz Leyla Ataman,
Atletizm dalında olimpiyatlarda madalya kazanan ilk atletimiz Üç adımcı Ruhi Sarıalp,
İlk Olimpiyat şampiyonumuz Greko Romen güreşçimiz Yaşar Erkan,
İlk kadın Avrupa Şampiyonu ve Dünya İkincisi Atletimiz Süreyya Ayhan,
İlk kadın polis memurumuz Betül Diker,
İlk kadın Hazine Genel Müdürümüz Aysel Gönül Öymen,
İlk kadın Emniyet Müdürümüz Feriha Sanerk,
İlk kadın Petrol Mühendisimiz Halide Ural Türktan
İlk kadın Başbakanımız Tansu Çiller,
İlk kadın Büyükelçimiz Filiz Dinçmen,
İlk kadın avukatımız Süreyya Ağaoğlu,
İlk kadın doktorumuz Safiye Ali,
İlk kadın diş hekimimiz Ferdane Bozdoğan Erberk’tir.
İlk kadın kaymakamımız Özlem Bozkurt Gevrek,
İlk Kadın TBMM Başkanvekili Nermin Neftçi’ dir.
İLGİLİLERE: İlklerimizi tespit etmeye ve internet ortamında ilgilileri bilgilendirmeye özen gösterelim.
DEVAMI GELMELİ
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer, kendi saha ve seyircisi önünde Çorumspor’u 2-0 mağlup ederek altın kadar kıymetli üç puan aldı ve şimdilik puan cetvelinde orta sıralardaki yerini sağlamlaştırdı.
Bu maçla ilgili öncelikle şunu söylemek isterim: Maçın asıl galibi Sarıyer SEYİRCİ’sidir. O ne muhteşem görüntüydü! O ne muhteşem birliktelikti, o ne ahenkti ve o ne kadar büyük destekti. Maçın başından sonuna kadar susmayan ve ÇARŞI Grubuna “Ben de varım” diye haykıran çoşkulu seyircisi vardı. Sarıyer seyircisi bu maçta her türlü tebriği hak ettiler. Onları yürekten kutlarım. Bu desteklerini devam ettirmelerini dilerim.
Sarıyer üç puanı alırken çok zorlandı. Önemli olan kötü oynarken maç kazanabilmektir. Sarıyer bunu başardı ve kötü başladığı maçı kazanmak başarısını gösterdi.
Sarıyer hiç beklenmedik şekilde kendi saha ve seyircisi önünde kötü futbol sergiledi. Öncelikle takım tertibi yanlıştı. Zira İlker hoca’da diğer teknik elemanların hastalığına tutulmuş ve son üç haftadır değişik tertipleri sahaya sürüyor. Böyle olunca da takım futbol oynamakta zorlanıyor. Her hafta değişik tertiple oynamak başka, aynı tertiple oynamak başka. Birbirine alışan futbolcuların daha çok randıman verdiği, daha kombine oynadıkları unutulmamalı.
Sarıyer ne oynadı? Buna yanıt vermek de kolay değil! Ama kim ne derse desin ilk görünüş, 4-2-4 şeklinde sahaya dizildiği ve bu durumu maç sonuna kadar koruduğudur. Her ne kadar Aytürk ile Serkan’a forvete katılacağınız gibi, defans derinliklerine kayacaksınız, orta sahayı da kabalalık tutacaksanız denilmiş olsa da bu istem gereği şekilde yerine getirilemediğinden futbol olarak ortaya bir şey konulamamıştır. Ne zamsan oyuncu değişiklikleri yapılarak eski tertibe dönüldü o zaman futbol oynamaya başlayan Sarıyer maçında mutlak hakimi oldu.
Sarıyer’in en büyük sıkıntısı gol yollarında gereği kadar etkili olamamaktır. Bu handikapı Sercan ile kapatma yolu tercih edildi ise de bu tutmadı. İleri uçta ne olursa olsun bugün için en iyisi Mert’tir. Yanına kim oynar; Yusuf mu? Sercan mı? Bu düşünülmeli. Ama ille de orta sahaya bir çözüm bulunmalı. Sarıyer orta sahada kalabalık olduğu ve topa sahip olduğu zaman çok etkili olabiliyor. Bunu gözden kaçırmamak gerekir. Bir de Göksel’i, Mert’i ve Dündar’ı kullanabilmek çok önemlidir. Mert yanına duvar pası yapacak bir adam bulamıyor, duvar pası yapamıyor. O zaman onu derinlemesine toplarla buluşturmak gerekir. Bu da yapılamıyor. Göksel’i artık arkadaşları çözmelidir. Ona istediği topları atabilmelidir. Takımın en çok koşan, en çok boğuşan, en diri ve golde en yakın adamıdır. O halde ondan en iyi şekilde yararlanmanın yolları bulunmalıdır. Kaçırdığı penaltıdan sonra taraftarın Göksel’e verdiği desteğe şapka çıkarılır. Nitekim Göksel’de şapka çıkardı ve kaçırdığı penaltıya inat attığı jenerik golle taraftarına selam gönderdi. Tecrübeli kaptan Serkan’ın gol attığı anda bulunduğu noktaya dikkat edilirse, gölün güzelliği ortaya çıkar…
Bu kadar eleştiriden sonra şunu bilhassa belirtmeyi görev bilirim: Sarıyer kötü oynasa da artık sahada savaşıyor, maçı bırakmıyor, son dakikaya kadar maça asılıyor. Bütün bunları yapan takım da elbetteki puan alır, kazanır.
Sarıyer maçlarını YZÖ de oynuyor. Burada yani kendi saha ve seyircisi önünde kaybetmemeli, kazanmalıdır. Ancak bu şekilde Sarıyer kendini kabul ettirir ve gelecek sezon için bugünden ümitlenir.
Daha iyi yarınlar lacivert-beyazlıların olsun!
HATA KABUL ETMEZ!
Yazan. İbrahim BALCI
Hiçbir spor hata kabul etmez! Bunu bilmeyen yoktur. Zira binlerce örnek ortaya konabilir. Bu kural boksta da, güreşte de, voleybolda da, basketbolde de, futbolda da aynıdır. Hiç mi hiç değişmez!
Ekip oyunlarında değişmeyen bir şey daha vardır. Eğer bir takım üst üste maç kazanıyorsa, önemli sakatlıklar ve ceza alımları dışında takım tertibi değişmez, aynı tertip sahaya sürülür. Kendimi bildim bileli bu kuralı teknik adamlardan duyarım, uygulamalarını görürüm. Kimleri görmedim ki Sarıyer Spor Kulübünde bu kuralı uygulayan; Halil Özyazıcı, Baba Kenan, Gazanfer Olcayto, Ayhan Erman, Minhacettin Barut, İsfendiyar Açıkgöz, Samim Emek, Ali Beratlıgil, Bülent Eken, Selahattin Torkal, Suat Mamat, Necdet Erdem, Boris Maroviç, Candan Tahran, Josip Duvançiç, Milan Ribar, Cor Van Der Hart, Ahmet Suat Özyazıcı, Nevzat Güzelırmak, Yakup Odabaşı, Ömer Kane, Mahmut Kocabal, Adnan Dinçer, Yılmaz Vural, Zafer Göncüler, Mehmet Demirtaş, Ender Konca, Yaşar Elmas, Turhan Sofuoğlu, Şenol Ustaömeroğlu, Erdem Acar, Engin Kolukır, Kamil Doygun Mehmet Şansal, Mehmet Birinci, Kenan Gönen, Mehmet Ekşi, Akif Başaran…
Halen görev başında İlker Yağcıoğlu…
Bu teknik direktörleri araştıracak olanlar görecektir ki her biri kendisini kabul ettirmiş, krampon giydikleri sürece bir yerlere kadar gelmiş olan önemli futbolculardır. Yine de antrenör ve teknik direktör olarak görev aldıklarında pek çok başarılara imza atmışlar ve böylece kendilerini kanıtlamışlardır.
Bu teknik elemanların büyük çoğunluğu Sarıyer’in başarıdan başarıya koştuğu dönemlerde görev yaptılar ve sözleşmeleri bitince ayrıldılar. Bir kısmı ise sezon ortasında veya birkaç maçtan sonra ya istifa edip gittiler ya da yönetimler tarafından gönderildiler. Gönderilmelerinin en büyük nedeni nedir diye sorulursa verilecek yanıt kısaca şudur:
“Çok sık takımla oynadığı, yani her maça değişik tertiple çıktığı için gönderildi…” Bu şu demektir: Başarılı takım tertibinde zorunlu olmadıkça değişikliğe gidilmez. Gidilirse, takım tertibi bozulur ve kötü sonuçlar sökün eder…”.
Sarıyer takımı lige Akif hoca yönetiminde kötü başladı. Değişik tertiplerle maçlara çıktı ve neticede başarısız sonuçlar üzerine gönderildi. Göreve gelen İlker Yağcıoğlu yavaş yavaş takımı toparladı, takım tertibini sağlama aldı ve başarılı sonuçlar gelmeye başladı. Arka arkaya beş galibiyet ve ikisi YZÖ de olmak üzere üç beraberlik. Yani sekiz hafta yenilmezlik! Bu sekiz haftaya bakalım, hemen hemen takım tertipleri hiç değişmemiş. Hatta oyun içinde değişen ve giren futbolcular bile aynı. Peki Bandırma maçında ne oldu: Maça değişik tertiple başladı Sarıyer! Takımın devamlı oynayan elemanlarından Mert, Tolga yedek kulübesinde. Yani takımda operasyon yapılmış. Elbetteki son haftalarda alınan beraberlikler başarısızlık kabul edildiği için değişikliğe gidildi ve takım tertibi bozuldu. Sonuç ortada 4-2 lik bir yenilgi. Tertip değiştirilmeseydi de bu sonuç alınabilirdi ama en azından bu tür konuşma yapılmaz ve yazılar yazılmazdı.
Takımda sorunlar fazla! Yöneticilerin konuşmaları ile futbolcuların değişik mekanlarda konuşmaları çok farklı. Haklıyı haksızı ayıracak halimiz yok. Bunu yöneticiler halledecek. Ama deneyimlerimize dayanarak deriz ki; yöneticiler yetkili ve söz sahibi ama futbolcular da insan ve emek sarf edenlerdir. Kulüpler üç ayak üzerindedir: Yönetici, sporcu ve taraftar! Bu ayaklardan birinin zedelenmesi, yok edilmesi, kabul görmemesi demek yıkılışın başlamış olması demektir.
Aman ha! Aman ha! Aman ha!
BERABERLİK KAYIP DEMEKTİR!
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer kendi sahasındaki ikinci maçından da beraberlikle ayrıldı. İkinci yarı maçlarında üç maç üç beraberlik! Sekiz maçlık yenilgisizlik serisini beraberlikle devam ettiriyor. Ama beraberlik sevindirici değil. Aslında kendi sahasında alınan her beraberlik kayıp demektir. Zira, iki maçta kaybedilen 4 puan kazanılmış olsaydı puanı 29 olacak ve iki sıra daha üste çıkacak, ilk beş sıra için büyük şansı olacaktı! Olmadı, bu gidişle de olmayacak gibi!
Sarıyer Çankırı maçını yüzde yüz teknik direktörünün hatası ile kaybetti. Ligin en istikrarlı defanslarından birine sahip olan Sarıyer’in geri dörtlüsü oturmuş, aksamadan oynuyor. Ne gereği vardı, skoru korumak için orta sahada topa basan Dündar’ı çıkarıp stoper Mustafa Çakır’ı oyuna almanın! Hadi oyuna aldın neden Serhat’ı ota alana kaydırıyor da geri dörtlünün taşlarını oynatıyorsun. İşte olan oldu ve Mustafa oyuna girer girmez, ani gelişen bir rakip atağında Ethem ile anlaşamayınca beraberlik golü Sarıyer ağlarına takıldı. Bari Mustafa Çakır’ı oyuna alıyorsun, stoperlerin önüne al da hava toplarına hakim olmaya çalış!!! Yanlış hesap tutmadı ve Sarıyer eline kadar gelen üç puanı İlker Yağcıoğlu’nun hatası ile kaybetti.
Anlamadığım bir şey, her maçta aynı adamların oyuna alınmasının anlamı nedir? Mert’i oyundan al yerine Yusuf’u koy, bu kadar ağır sahada ne yapacak? Tolga’yı al yerine Hasan’ı koy sana ne verecek? Hiç! İlker Hoca nedense hala Emrah ile Hasan’ın yan yana oynayamayacağını anlamış değil!
Takıma gelince, çok kötü demek olası değil. Zira çok iyi mücadele ettiler. Maça sonuna kadar asıldılar. Pozisyon buldular ama beceriksizlik nedeni ile gol bulamadılar. Futbolun içinde gol kısırlığı vardır, beceriksizliği vardır. Ama avuç içine kadar gelen fırsatın kaybedilmesi mucizedir, o oldu!
Saha ağırdı. Hala kenarlarda su birikintileri var, oyunu oyun olmaktan çıkarttı çok defa! Bunda zeminin yeteri kadar oturmuş olmamasının da etkisi var şüphesiz.
Sarıyer’in en iyisi Ethem’di derken, yediği saç baş yoldurur gol hem kendisini hem Mustafa Çakır’ı hem de takımını berbat etti. Mahmut ağır sahada oyuna iştirak edemedi, Şevket oyuna çok katıldı ise de yararlı olamadı. Serhat vasatın üzerine çıkamazken, Sabri savaşçılığını devam ettirdi. Orta alanda Tolga saç baş yoldurdu. Hiçbir şey yapmadı. Aytürk ısrarla pres yaparak yararlı olmaya çalıştı, Emrah bu maçta da çok iyi işler yaptı. Sağ kanatta Göksel, gençliğini yeni baştan yaşıyor, maşallahı var. Dündar ise bekleneni vermedi. Dündar gol adamı olarak daha iyi şeyler yapmalı, bu yetenek kendisinde var, fakat gol yollarında güveni yok, bunu kazanmalı. İleri uçta Mert kayboldu.
Bu maç beraberlikle bitirildi ne olursa olsun kaybedilmedi ve bir puan kazanıldı. Ama yine de tehlikeli bölgenin biraz üzerinde takım. Takımın tehlikeli bölgeden kurtulabilmesi için iki üç maç daha kazınması lazım. Sarıyer takımı bunu da yapabilecek güçtedir. Ama!!! Tabii ki aması hayli üzücü! Zira, aklıselim herkesin hemfikir olduğu şey takımın iki üç iyi futbolcu ile takviye edilmesiydi. Yönetim kurulu, çok uğraşmış, futbolcular bulunmuş ama transferleri yapamamışlar. Bu demektir ki, yaz transferinde olduğu gibi, ara transfer ayında da yeteri kadar çalışma yapılamamış ve ortam hazırlanamamış! Kulübün futbolculara borcu varken yeni futbolcuların alınamayacağını bilmemiş olacaklar ki yönetim kurulunun söyledikleri duvara tosladı ve bir tek transfer bile yapılamadı.
Bu ayıp Sarıyer’e yeter gibi geliyor bana! Bir de kafam şuna takılıyor: “Sarıyer’in alt yapısından futbolcu yetişmiyor” deniliyor. Ne kadar ayıp ve büyük inkarcılık bu! Benim görevde olduğum iki sezonda alt yapıdan 15-16 futbolcu lacivert-beyazlı formayı giydi. Hem de çok başarılı oldular, hattı milli formayı giyenler oldu. Ama her biri bilinçli bir şekilde takımdan uzaklaştırıldılar! Son sezon Abdülbaki bir şey yapacak duruma geldi ama o da meydanda yok. Altyapıdan Sezer kadroya alındı. Abdülbaki de Sezer’de bu sezon yetiştirilip sahaya sürülmüş değil! O halde ne yapmalı?
İnkârcı olmamalı! Kulüpten şöyle veya böyle uzaklaştırılan alt yapı antrenörlerine hiç futbolcu yetiştirmediler diyerek sitem edilmemeli, hatta çirkef atılmamalıdır. Onlar becerilerini ve yüreklerini gençlere aktaran yorulmayan savaşçılardır.
Haftaya zor bir maç var. Rakip alanda oynayacak! Sarıyer rahat, rakip telaşlı ve yenmek için sinir savaşı verecek! Akıllı ve kontrollü bir futbol ortaya konulması halinde bu maçtan puan alınması zor olmaz. Haydi hayırlısı diyoruz.